EVİMİZ MÜSAİT BURADA KALABİLİRSİNİZ
İşte Türk Misafirperverliği Anadolu insanının sıcak dostluğ, Evimiz Müsait Burada Kalabilirsiniz.Gaziantep'te kendini bilmez bazı insanların Uzakdoğulu turistlere karşı olumsuz davranışları büyük tepki toplarken yazarımız Serdar Taştanoğlu; Anadolu insanının sıcak dostluğunu ve misafirperverliğini tüm dünyaya hatırlatıyor..
Görmeyi, tanımayı çok istediğim şehirleri bir listede sıralayınca Erzincan, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane listemin üst sıralarında yer aldılar. Bu dört şehri görme merakımı sırasıyla sizlerle paylaşacağım.
Öncelikle Erzincan'dan başlamak isterim. Üniversiteyi ve lisansüstü eğitimimi bitirdikten sonra sıra askerlik hizmetimi ifa etmeye gelmişti. O günlerde “kısa dönem askerlik '' diye bir şey ortaya çıkmıştı. Kısa döneme tabi olan ve ilk dönem gidecekler arasında yer alan birçok arkadaşımdan “kısa döneme '' tabilerin büyük bir çoğunlukla Erzincan'a gönderildiğini öğrenmiştim.
Ben de ikinci dönemde gidecekler arasındaydım ve nedendir bilmem kendimi hep Erzincan'a gidecek gibi şartlamıştım. Hoş orada bu görevi yapanlardan askerliğin çok zor geçtiği şeklinde bilgiler almama rağmen gitme içgüdüm ağır basıyordu. Ancak öyle olmadı askerliğimi Manisa Kırkağaç'taki komando alayında yaptım. Benden sonra da birçok yakın arkadaşım yine Erzincan'a gittiler. Böylece içimde bir Erzincan'a gitme arzusu, uyuyan bir hücre gibi saklanmış kalmıştı. Ayrıca yaşadığı depremler ve çektiği acılar nedeni ile bu şehir için hüzün ve şefkat duyarım. Bir de müzikle uğraşmamızdan dolayı Erzincan türküleri ve ozanları her zaman ilgimi çekmiş, etkilemiştir. Bütün bunlar Erzincan'a seyahat gerekçemi hazırladı diyebilirim.
Sabah en erken uçakla Erzincan havaalanına indik. Sanırım o sabah saat 04.00 den beri ayaktaydık. Sakin küçük ve temiz Erzincan havaalanından çıktıktan sonra kalacağımız yere gitmek üzere sıra halinde bekleyen taksilere yöneldik. Bineceğimiz taksinin takım elbiseli şoförü, candan bir karşılama ile valizlerimizi alarak bagaja yerleştirdi. Kalacağımız yeri söyledikten sonra kendisine Erzincan'ın önemli görülecek yerlerini öğrendiğimizi, bizi buraları gezdirmek için ne kadar ücret talep edeceğini ve nereden başlamak gerektiğini sordum. Bir kez de o görülecek yerlerin sıralamasını yaptı. Bu durumda nerede ise tam gün sürecek bir gezi gerçekleştirmiş olacaktık. Sonra da o kadar makul bir ücret talep etti ki bunun üzerine pazarlık etmek bile istemedim.
“Peki o zaman hemen başlayabiliriz, ancak yolumuz üzerinde kahvaltı yapacak bir yer ya da bir pastane görürsek uğrayabilir miyiz? Zira çok erken kalktık ve kahvaltı yapamadık. '' dedim. “Tamam, önce yolumuz üzerindeki üç çeşit suyun çıktığı yere uğrayalım orada kahvaltı var mı bakarız '' dedi. Geldiğimiz bu yerde gerçekten akan sular üç değişik lezzetteydi. Ekşi, acı ve tatlı üç çeşit suyun yan yana akan çeşmelerden içilmesi çok enteresan geldi. İçtiğimiz sular açlığımızı unutturmuştu. Çok ilginç bir kaynaktı biz eşimle burada dolaştıktan sonra bizi bekleyen şoförümüz “ burada sadece çay varmış, sizi kahvaltı edebileceğiniz bir yere götüreceğim '' dedi.
On, on beş dakika yola devam ettikten sonra yemyeşil bir köye girdik. “Hayırdır, Nereye geldik? '' dedim. “Efendim, sizi kız kardeşime getirdim. Siz yenge ile dolaşırken ben ona telefon ettim. Kahvaltıya misafir var '' dedim. Şaşırdık. “Rahatsız etmeyelim. '' dedikse de zaten evin önüne gelmiştik. Kız kardeşi ve eniştesi, bizleri çok yakın tanıdık gibi karşıladılar ve hazırlanmış kahvaltı sofrasına buyur ettiler. Eşimle ben o kadar duygulandık ki beş yıldızlı bir otel kahvaltısı bile bizi bu denli mutlu edemezdi. “Ah benim yurdumun insanı, işte ben bu nedenle bu topraklardan kopamam '' diye düşündüm.
Hep birlikte neşeli bir şekilde kahvaltımızı yaptık. Masadaki her şey doğal ve lezzetliydi. Ancak insanların bu muhteşem doğallığı bizi daha çok etkilemişti. Büyük şehirlerde doğal olan her şeye nasıl hasret kaldığımızı hissettik. O kadar içten ve candan insanlardı ki “evimiz müsait burada kalın '' diyerek misafirperverliklerinin boyutunu ortaya koydular. Ne yazık vaktimizi çok iyi kullanmamız gerekiyordu. Bu güzel insanlardan izin isteyerek ayrıldık. Bizden yine geleceğimizin sözünü de aldılar.
Şoförümüzle gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Bu kez bizi şelale ve kaynak suların olduğu bir mesire yerine getirdi. Burası da muhteşemdi. Çok beğendik. Burada çay ve kahve keyfi gerçekten bambaşkaydı. Daha sonra kayak pisti yapılan ancak henüz işletmesi başlamamış olan bir tepeye geldik. Buradan Erzincan'a kuşbakışı baktık. Bölgenin müthiş doğal güzelliği buradan daha açık ve net görülüyordu. Ortada yemyeşil bir vadi, akarsular ve etrafı on iki ay karlı dağlar... Yıllar önce bu manzaraya benzer birkaç tablo yapmıştım şimdi gerçeği ile yüz yüzeydim. Sanki yaptığım tablolar canlanmış ve içine girmiştim.
Erzincan'a gelip de tulum peyniri almadan olmazmış. Şoförümüzden ve birkaç kişiden en iyi tulum peynirini nereden almamız gerektiğini sorduğumuzda; Peynirci Haydar Ustanın yeri tarif edildi. Gerçek tulum peynirinin ağızda acılık bırakmadığını ve ağızda eridiğini öğrenmemiz de bizim için önemli bir kılavuz oldu. Haydar ustanın dükkanını kolayca bulduk. Birçok Anadolu şehrimizde olduğu gibi burada da cadde sokak adını söylemeye gerek kalmamıştı. Ustanın ismini söylemek yeterliydi. Haydar ustanın küçük ama tertemiz dükkanına girip, selamlaştık. Peynir almak istediğimizi ifade edince, adetten olan peynir tattırma ikramını yaptı.
Gerçekten peynirlerin lezzeti bize öğretilen tüyolardaki gibiydi. Gayri ihtiyari “şunların yanında bir de sıcak ekmek olacaktı '' demem üzerine heyecanla “köşeyi dönünce fırın var alıp, gelem mi ? çayımda var. '' demez mi. Bu çok içten, samimi teklifine ben de “ yok demeyiz ama ben alacağım '' dedim. Köşeyi dönünce iki adım ilerdeki fırından henüz çıkmış sıcak bir pide alıp, geldim. Eşim kapı önündeki minik masaya kurulmuştu bile. Masa üzerindeki tabağa ise koca bir parça peynir koyulmuştu. O sırada çaylarımız da geldi. Haydar usta; “bunlar benim ikramım “ dedi. Biz İstanbul'da böylesi davranışları çoktan unutmuş olduğumuzdan şaşkınlığımızı devam ettiriyorlardı. Yine görüşmek ve İstanbul'dan sipariş vermek üzere kartını alıp vedalaştık.
Akşam şehir merkezinde “ne var, ne yok?“ şeklindeki keşif turumuzda güzel parkların bulunduğu istikamette hoş bir müzik duyuluyordu. Gayet modern bir kafenin bahçesinde gitar eşliğinde şarkılar söyleyen çok tatlı bir genç kızı görünce şaşırdık. Açıkçası gelmeden önce Erzincan'da olsa olsa türkü barlar vardır diye düşünmüştüm. Biz de bir masada yerimizi aldık. Papyon kravatlı garsonların hizmet ettiğini görünce, şaşkınlığımız iyice arttı.
Gelelim Erzurum gezimize ve Erzurum'u neden merak ettiğime. Birçok neden sıralayabilirim. Her şeyden önce tarihi yönüyle beni çok etkilemiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün Kurtuluş savaşına başlarken önemsediği bir şehir olması ile çocukluğumdan beri hafızama adının çok işlenmiş olması en başlıcaları diyebilirim. Dadaşlar diyarı Erzurum'da başta Nene hatun olmak üzere kahraman, gözü kara tarihe yön vermiş insanlarıyla ön plana çıkması beni etkilemiştir. Burasının da hoş Türküleri ve yemekleri ile nam yapması da başlı başına bir faktördür. Daha gitmeden çağ kebap ve kadayıf dolması aklıma düşmüştü bile.
Erzurum gelişmiş büyük ve güzel bir şehirdi. Ama itiraf etmeliyim ki, Erzincan kadar beni etkilemedi. Her büyük şehir gibi doğallığını kısmen kaybetmişti. Bu gezide özellikle Atatürk üniversitesinin şehre katkısının büyük olduğunu ve şehre dinamizm kattığını gözlemledik.
Palandöken kayak merkezi ve Aziziye tabyasını gezdik. Ortaokuldan beri şu Aziziye tabyasını duyardım. Nedense bende çok anlam ifade etmezdi.
Ancak Aziziye tabyalarını görünce buraya hak ettiği önemin verilmediğini anladım. Bir anlamda yer altına yapılmış gizli kaleler şeklinde tasvir edilebilecek bu tabyalar görmeye değerdi. Bu güzel vatanı korumak, bizlere bırakmak için Atalarımızın ne fedakarlıklar yaptığını yüreğimizde hissederek gözlerimiz dolu, dolu dolaştık. Hele Nene hatunun hikayesini bizzat bulunduğu yerde dinlerken Türk kadının gerektiğinde nasıl fedakar olacağını bir kez daha idrak ederek Türklüğümüzle gururlandık.
Akşam “otantik müzik '' nerede dinleyebiliriz sorumuza en fazla yanıtı aldığımız tavsiye edilen yere geldik. Burası görmeye değer nostaljik, olabilecek her şeyin biriktirildiği ve sergilendiği adeta bir müze haline gelmiş çok enteresan bir mekandı. Erzurum'a gelenlerin kesinlikle görmesi gereken bir yerdi. Müzikhol ücreti o kadar uygundu ki bu ücret ile İstanbul'un lüks semtlerde ancak çay içebileceğimizi düşündük. Özellikle gençlerin doldurduğu her çeşit müzikle dans edilip, halaylar, horonlar çekilen bu yerdeki kaliteli eğlenceyi özellikle herkesin birbirine saygısını ve kimsenin kimseyi rahatsız etmeden eğlenmesini takdir etmemek mümkün değildi.
Sırada Çağ kebap ve kadayıf dolması vardı. Yine bir kaç yerden aldığımız hedef adreslerin çoğunluğu bir lokantada kesişince doğrudan oraya gittik. Kalabalık ama süper bir hizmet vardı. Burada yediğimiz çağ kebap ise İstanbul'da çağ kebap diye yediklerimiz neydi diye düşünmeden edemedim. Kadayıf dolması muhteşemdi. Böylece “her meşhur lezzeti ünlendiği yerde yemek gerekiyor '' şeklindeki kanaatimiz bir kez daha pekişti.
Gümüşhane ve Bayburt'u görme merakım da bir kaç sebep içermekte. Bayburt'un eskiden Gümüşhane'de bir ilçe olmasından dolayı ikisi birlikte anılırdı. Baba tarafımdan atalarımın Kafkasya'dan göç rotasında ilk durağın Artvin olduğunu, buradan bir kısım kolun Gümüşhane ve Bayburt'a bir kısmının Tokat'a gitmiş olmasına ait hikayeleri çocukluğumdan beri kim bilir kaç kez dinlemişimdir. Bu soy hikayesi Bayburt'u ve Gümüşhane'yi hep yakın hissetmeme sebep olmuştur. Tabi bir de bir kısım atalarımın neden buralarını seçtiği sorusuna yanıt bulmak istemişimdir.
Son sebebim de görüp çok etkilendiğim Beyrut Jeita mağarasından sonra Türkiye mağara turizminin ilgimi çekmesi ve buna bağlı olarak da Gümüşhane'de bulunduğunu öğrendiğim, bilenlerin çok methettiği ancak ismi çok ön plana çıkmamış “Karaca '' mağarasını görme isteğim şeklinde sıralayabilirim.
Gezdikten sonra kanaatimiz, Karaca mağarası Beyrut'taki Jeita mağarası kadar etkileyici ve kesinlikle görülmesi gereken bir mağaraymış oldu. Hatta sırf bu mağara için Gümüşhane'ye gelmeğe değermiş dedik. Yerleşim yeri olarak dağlar arasına sıkışmış sade ama samimi insanların bulunduğu bu şehir ile vedalaşırken bize “iyi ki seni görmeye gelmişiz '' dedirtmesi bizim için çok önemliydi.
Bayburt minik bir yayla şehriydi. Şehrin ortasında Çoruh nehri salına salına geçiyordu. Her Türk çocuğu gibi yıllarca büyüklerden dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz Dede Korkut'un türbesi de buradaydı. Şehir merkezinden ziyade çevredeki doğal güzelliklerin çokça olduğunu öğrenmemize rağmen ne yazık zaman faktörümüz doyasıya gezmemize engel oldu.
Bu dört güzel ve farklı özellikleri olan şehirlerdeki tarihi ve doğal güzellikler, sahip oldukları lezzetler ve en önemlisi yurdumun güzel insanlarının dostluğunu, içtenliğini bir kere daha görmek bize dönüş yolunda “Türkiye'm '' şarkısını söylettirdi.
Türkiye'm Türkiye'm cennetim.
Benim eşsiz Milletim
Türklüğün gençliğin önderi Atam
Senin eserindir bu yüce vatan
İzindeyiz milletçe aşk ile coşan
Yaşa var ol Cumhuriyet ey aziz vatan.
SERDAR TAŞTANOĞLU
Dragos Musıki Derneği Başkanı
turizmhaberleri.com
Güncelleme Tarihi: 09 Mayıs 2017, 17:18