Kamyon kasasında son bulan hayatlar
Bu dramatik satırlar Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin 2008’den bu yana devam eden mücadelesini görünür kılmak için Adalet Arayana Destek Grubu’nun hazırladığı 2015 yılına ait İş Cinayetleri Almanağı’ndan.
Rakamların, tabloların yanında insan hikayelerine de yer verilen sıra dışı almanakta, ancak üçüncü sayfa haberi olabilen 6.5 milyon tarım işçisinin hayatlarından derin ve düşündürücü kesitler sunuluyor.
“Sabahın köründe köyümden ayrıldım. Çoluğum çocuğum, bohçam yatağım, eşim dostum, akrabam ve ardımda bırakamayacaklarımla. Bir sabahın köründe yollara döküldüm, bana benzeyen onlarca insanla, açık kasa kamyonette, balık istifi, ülkeyi bir uçtan bir uca teptim. Naylon çadırı ev kıldık. Sulama kanalını banyo, kazdığımız çukuru tuvalet. Çocuğum okulundan geri kaldı. Birdenbire büyüdü. Yılan çıyan akrep sokmazsa dayıbaşı Hadi!.. Hadi!.. diyerek dürttü. Bir sabahın körü fındık için, ceviz için, pamuk için, ne bileyim sofranıza koyduğunuz herhangi bir yiyecek için, bana benzeyen onlarca insanla yollara düştüm. Bir yokuşu çıkarken yollara savruldum. Bohçam bir yana, çocuğum bir yana, eşim dostum bir yana... Üç kuruş para kazandım. Evime götüremedim. Her gün yollarda ölüyoruz...”
TUVALET YOK, BAHÇEYE YA DA ORMANA GİDECEKSİN
“Sabah 07:00’de çalışmaya başlıyoruz, akşam 18:30’da bitiyor. 10:00’da 15 dakika dinlenme, bir saat de yemek molası var. Yemek yapana kadar zaman bitiyor zaten. Tarlanın sahibi, grubun sorumlusu olan çavuş hep başmızda duruyor. Tarlada tuvalet yok. Bahçeye ya da ormana gideceksin. Saat tutuyorlar, “Neden geç kaldın?” diyorlar...
Kaç yıldır buraya ev yapacaklarını söylüyorlar, ama yapmıyorlar. Tuvalet bile yapmıyorlar... Biz işten gelip ateşte su ısıtarak banyo yapıyoruz. Doğru düzgün ne banyo yapabiliyoruz, ne yemek yiyebiliyoruz. Bir hane 22 kişi. Her hanenin bir aşçısı var. Yemeği yapıyor, onun da küçük çocuğu var, yetişemiyor. Biz tarladayken diğer küçük çocuklara da bakıyor. Tarlaya gider- ken yemeğimizi de götürüyoruz. Yemekler ekşiyor, yiyemiyoruz. Sabahları arabayla gidiyoruz ama akşamları yayan dönüyoruz. Yarım saat, bir saat yolda geçiyor.”
ÜÇ KİLO FINDIK FİYATINA ÇALIŞIYORUZ
“Yevmiyeler 50-55 lira ama 42 lira 50 kuruş veriyorlar. Üç kilo fındık fiyatına çalışıyoruz. Buraya gelene kadar 2 bin lira yol parası veriyoruz. 42 lira 50 kuruşluk yevmiye kurtarmıyor. Bazı vicdanlı insanlar fazlasını vermek istiyor, ama korkudan veremiyor. “Neden fazla verdin?” diye laf oluyor. Yerliler 60 liraya çalışıyor. Düzce’de 50 liraya çalışıldığını biliyorum. Neden bize bu kadar az? Zorumuza gidiyor... 6,5 milyon tarım işçisiyiz, bir temsilcimiz bile yok.”
YEŞİL KART İLACI KARŞILIYOR, MUAYENEYİ KARŞILAMIYOR
“Yeşil kart var. Devlet hastanesine gidiyorsun, hastayım diyorsun. Doktor “Derdin ne?” diyor, muayene etmiyor, ilaç yazıyor... Yeşil kart ilacı karşılıyor, muayeneyi karşılamıyor.
Böbrek rahatsızlıkları, bel ve baş ağrıları çok görülüyor. Ayakları şişenler, mantar olanlar... Fındık bazılarımızda kaşıntı, alerji yapıyor. Tarlada iyi gübre, iyi ilaç kullanılsa hasta olmayız ama kullanılmıyor. Keneler, tırtıllar ısırıyor. Daha dün birini tırtıl ısırmasından hastaneye götürdük, her tarafı sivilce olmuştu. Mesela bir kadın bir hafta üst üste çalışamaz. İllaki bir sıkıntısı olur. Ya bir böbrek rahatsızlığı ya da benzer bir hastalık. Gece banyo yapılıyor. Soba yok. Toprak üstünde, taş üstünde yatıyor, saçını da kurutamıyor. Sonra hasta oluyor tabii... Çocuklar da sürekli hasta. Burada temiz bir ortam yok. Hastanede saatlerce bekliyoruz. Baştan savıyorlar…”
KADINLAR HEM TARLADA HEM EVDE ÇALIŞIYOR
“Saat 18:30’da eve geliyoruz, sonra suyu ısıt, banyo yapsınlar. Yine su ısıt, çamaşır yıka. Yemek yap, bulaşık yıka derken saat gece 01:00’i buluyor. Uyuyorsun, ama uykunu almadan sabah dört-beş gibi kalkıp yine işe gitmen gerekiyor. Kalktığımızda hava karanlık oluyor. Çiğ düşmüş oluyor. Kahvaltı hazırlanacak ateş yanmıyor, ekmeği pişiremiyorsun. Kimsede zaten tüp yok. Yetiştiremiyorsun, perişanlık... Ekmeği satın alma imkânımız olmadığı için kendi imkanlarımızla pişiriyoruz. Büyük fırın verseler, tüp verseler daha kolay olacak.”
BANYO SIRASI 23:00’E KADAR SÜRÜYOR
“Kaymakamlığın verdiği birkaç tane konteyner var. İhtiyacı karşılamıyorlar. Arkadaşlardan biri ikisi memleketten getirmiş. Toplama malzemelerle kendimiz yapıyoruz. Su, elektrik veriliyor. Muhtar elektrik getirmiş. Kimisi de kendi çekmiş.
Tuvalet önceden varmış buralarda. Tuvalet için çukur kazıyoruz. 150 kişiyiz, belirlenen alanın dışına çıkamıyoruz. Biri çıkıp “Burası benim toprağım,” diyebiliyor.
İşçiler geliyor bahçeden. O yorgunlukla, o terle, kimi hasta, sağlık problemleri var. Gece 23:00’e kadar sürebiliyor. Sırayla duş alıyoruz. 150 kişi aynı anda nerede duş alacak? O kadar su nerede kaynayacak? Bazen banyo yapamıyoruz, sıcak su olmuyor. Odunda suyu ısıtsak, yemeği geç yemek zorunda kalıyoruz Bu sıkıntı sadece burada değil, aslında her yerde var. Tarım işçilerinin ortak meselesi...”
TANKER SUYU BÖBREKLERİMİZDE TAŞ YAPIYOR
“Daha düzgün yerler var, ama dört dörtlük bir yer yok. Tuvaleti varsa banyosu olmuyor. Bazı yerlerde yemek yapacaksın, odun bulamıyorsun, su bulamıyorsun. Tankerden su alıyorsun, tanker suyu böbreklerimizde taş yapıyor. Elektrik yok, feneri beş kilometre ötedeki köyde şarj edebiliyorsun. Mevsimlik tarım işçiliği asırlardır böyle, böyle de devam eder. Devlet yardım etmiyor, yardım etseydi burada bu kadar rezillik çıkmazdı.
BÜYÜK TOPRAK AĞALARI ESKİLERDE KALDI
“Ülkedeki büyüme, gelişme bize yansımıyor. Benim ücretim artmıyor, o rakamlara inanmıyorum. Kimimiz Urfa’dan, kimimiz Diyarbakır’dan, kimimiz Bingöl’den, bin 500 - bin 700 kilometre uzaklıktan geliyoruz. Doğu’da fabrika olsa, yatırım olsa tarım işçisi azalır. Aileler kalabalık olduğu için herkes kendi tarlasının işini kendisi yapıyor. Tarlası olmayan da başka yerde çalışmak zorunda kalıyor. Büyük toprak ağaları eskilerde kaldı, sadece Harran Ovası’nda kısmen sürüyor. Orada köylü çok düşük ücretle çalışıyor. Marabanın, işçinin durumu hep aynı, iyileşme yok. Biz her yeri geziyoruz. Edirne’de, Soma’da, Turhal’da, Salihli’de de durum aynı. Ordu ve Giresun’da fındık toplamaya Gürcistan’dan geliyorlar. Parası bizden değersiz olduğu için 30 liraya fındık topluyorlar.
Sendikaların da çok eksiği var. Her bölgeye gelmiyorlar.”
Melike Demir (Nevşehir’de Mevsimlik Tarım İşçisi)
PARAYI GEÇ VERİYORLAR YA DA HİÇ VERMİYORLAR
“İki senedir dışarıda çalışıyoruz, eve hiç gitmedik. Yatırım yapılsa, fabrikalar olsa niye buralara geleyim ki? Çocukları burada okula yazdırmak istedik, kayıt gelmemiş diye çocukları okula almadılar. Ordu'ya fındığa, Adana’ya karpuza gidiyoruz. Tüm günü yolda geçirdiğimiz oluyor. Fındıktaki adamlar daha iyi, paramızı kesmiyorlar. Karpuzcular parayı bazen vermiyorlar, iki sene beklediğimiz oldu.
Paramızı vermemek için malı satmadıklarını söylüyorlar. Bazen iş bitiyor, adama güvenip memleketine dönüyorsun. Zamanı gelince arıyorsun, seni oyalıyor “Yarın vereceğim, haftaya vereceğim” diyor. Bir süre sonra ulaşamıyorsun. Bazıları da paranı hiç vermiyor. Şu anda oğlum çalışıyor. Günde 20 lira alıyor. Bir yemek parası bile değil. Memlekette iş yok. Ben istemez miyim çocuklarım okuyup avukat, doktor, mühendis olsun.
Eylül ayında patatese gittiğimizde paramızı alamadık perişan olduk, görseydiniz ağlardınız halimize. Yağmur yağıyordu, ellerimiz, ayaklarımız, elbiselerimiz çamur içindeydi. Çadırda nasıl yıkayacağız, nasıl kurutacağız? Bine yakın çadır vardı, bir çeşmeden su içiyorduk. Düğüne gelen bir yakınımız suyu aldı, incelemeye götürdü; “Sana suyu anlatsam içemezsin” dedi. Zaten sürekli hastalanıyorduk.
“BİZ DE SİZİNLE AYNI BAYRAK ALTINDAYIZ” DEDİM
Bu sene bakan geldi, sorunları ona da anlattık, kulak asmadı. Ağabeyimin kaynı ölmüş, cenazesine gidemiyoruz. Burada yaşam memlekete göre çok pahalı. İki aydır iş yok, bekliyoruz. Çocuklar iş aramaya çıktı, iş vermiyorlar. Ev kiralarken de zorlandık. “Suriyeli misiniz?” diye soruyorlar. Suriyeli’den ne istiyorsun?! En sonunda kimliğimi göstermek zorunda kaldım. “Biz de sizinle aynı bayrak altındayız” dedim. Sonra çağırdı tutayım diye, bu sefer ben gitmedim. Şu an kaldığımız yeri hastanede tanıştığım bir arkadaşım ayarladı. O aracı olmasa burayı da tutamayacaktık.
PATRONA, “SENİN YANINDA ÇALIŞANLAR HAYVAN MI?” DEDİM
Nereye gidersek orada çadır kuruyoruz. Mutfağı, banyosu yok; kendimiz yapıyoruz. Benim küçük çocuğum yok, küçük çocukları görünce içim yanıyor. O yağmurda, çamurda duramıyorlar, uykuları geliyor. “Rabbim yardım et” diyordum. Hiç merhametleri, vicdanları yok. Kızın biri soğuktan titriyor.
Patrona, “Senin yanında çalışanlar hayvan mı?” dedim, “Hayır, insan,” dedi. “O zaman bırak da biraz ısınsınlar, bir çay molası ver” dedim. “Düşünüyoruz” dedi. Sonra bize çay verdiler, ama görsen miden bulanır, içemezsin. Çayı çöpün yanında verdiler. Bizim oğlan da bardakla beraber çöpe attı. Böyle tepki verince işten çıkardılar.
Pınar Demir
17 YAŞINDAKI KIZ ÖLDÜ
“17 yaşında, benden küçük bir kız sabah işe gitmek istememiş, abisi gitmeye zorlamış. On dakika geçmeden ölüm haberi geldi. Römorkun kapağı açılıyor, yere düşüyor ve arkadan gelen römorkun altında kalıyor. Kız ölüyor; hamile yengesi, 13 yaşında bir kız ve bir kişi daha yaralanıyor. Sonra babası, “Kızımı zorla işe gönderdin” diye oğlunu öldürmek istedi. Yengesi günlerce yoğun bakımda kaldı, halasının psikolojisi bozuldu. Gözünün önünde oldu olay çün- kü.
Patatesteyken 16 yaşında bir arkadaşımız vardı, motor çarptığı için kolu kırıldı.
Ağabeyim Isparta’dan Ordu’ya çalışmaya gidecekti. Kaza yaptılar, ölebilirlerdi.
Geçen sene biz de az kaldı kaza yapacaktık. Yaklaşık 30 kişiydik serviste. Ordu’dan Perşembe’ye gidiyorduk. Öndeki arabaya çarptık, çarpmasaydık uçurumdan aşağı uçacaktık. Allah’a şükür bir şey olmadı.
Bir kere 30 kadar kadın traktördeydik. Sabah işe giderken traktör devrildi, bir arkadaşımın kolu kırıldı, biri bayıldı. Destek olsalar insanlar neden ölsün, neden kolları, ayakları kırılsın ki?”