Emekli komutan… Yıllarca silah tutan ellerinde şimdi gitar var. İstanbul Metrosu’nda çıkabilir karşınıza. Siz siz olun, kulak verin mutlaka. Çünkü müziğinde, ismindeki 3 ustanın işbirliği var: Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray… İşte Barış Cem Koray...
İstanbul’un yoğunluğu, günün yorgunluğu, metronun kalabalığı… Kim bilir herkesin kendine sakladığı dertlerin ağırlığı. Ama tam da o noktada bir ses… Elinde gitarıyla… Gitarını eline aldığında Barış Manço’nun naifliğini, Cem Karaca’nın tınısını, Erkin Koray’ın esintisini duyacağınız bir ses… Barış Cem Koray… Öyle bir hayat hikayesi ki onunki, müzik tutkusuyla dopdolu yaşanmış, kendi içine sığmamış sokaklara taşmış… Şimdi ise İstanbul’un farklı metro istasyonlarında karşımıza çıkıyor…Okuyacağınız hikaye inanıyorum ki, pek çoğumuzun hayatta isteyip de çok fazla çaba göstermediği şeyleri aklınızın bir köşesinden geçirecek, azmin ve isteğin ne denli büyük bir güç olduğunu fark ettirecek. Bu hikaye, 61’ine basan emekli bir jandarma komutanının hikayesi… Biraz sert geliyor değil mi kulağa! Peki bu emekli komutanın aynı zamanda duygu dolu şarkılar söyleyen bir metro sanatçısı olduğunu söylesek! Sahne adı Barış Cem Koray’ın hikayesini dinlerken kah güldük, kah ağladık. En çok da ne şartlarda olursa olsun kopmadığı müzik aşkına hayran kaldık.
Daha 6 yaşında bir çocukken annesinin dinlediği ilahiler kulağına doldu, müzik ile tanışması da böyle oldu. Askeri lisede grup kurdu, Barış Manço şarkıları söylemeye başladı. Emekliliğin ardından önce sokakta sonra metro istasyonlarında İstanbul’a keyif katar oldu
MÜZİK AŞKINA ADANAN BİR ÖMÜR
Kızının gitarını eline aldı, 50’sinde kursa gitmeye başladı. Çalışmaları komşuları rahatsız etti, o hiç pes etmedi. Parkta kedilere şarkılar söyledi, en büyük destekçisi eşinin teşvikiyle metronun sesi haline geldi. Daha 6 yaşında küçük bir çocukken annesinin dinlediği ilahiler kulağına doldu, müzik ile tanışması da böyle oldu Barış Cem Koray’ın. Çocukluğu Düzce’de dervişlerin arasında geçti. Ona da ‘küçük derviş’ dediler, toplandıkları dergahlarda ilahiler söylettiler. Dervişlerle çevrili bir çember düşünün, ortasında 6-7 yaşlarında bir çocuk, ‘Sordum Sarı Çiçeğe’yi söylüyor. Küçük yaşlarda dinlediği ezgiler Koray’ı müziğe daha çok bağladı. Elinde Yunan, Hint kanallarını çeken radyosu, farklı kültürlerin müziklerini dinleterek uykuya dalıyordu her gece. Gündüzleri ise, sırf film başlamadan önce çalan müzikleri dinlemek için sinemaların önlerinde volta atardı. Nasıl bir sevdaydı bu? Barış Cem Koray’ın bir anısı bu soruya en güzel cevap belki de: “Müziği o kadar çok seviyordum ki bir gün konsol çekmecesini testere ile kesip gitar yapmak istemiştim. Çocuk aklı. Tabi anneme söyleyememiştim neden kesmek istediğimi. Gitar yapmak istediğimi söylesem beni döverdi...”
DAĞLICA ARKADAŞI SAZ
Askeri liseye gittiğinde arkadaşlarıyla beraber kurduğu grupta solistlik yaparak Barış Manço’nun şarkılarını söylemeye başladı. Bir sazı olmasını çok istedi. Fakat o dönemlerde saz hem çok pahalı bir enstrümandı hem de bu kadar yaygın değildi. Arkadaşlarının sazlarını dinlemekle yetindi. Askeri liseden mezun oldu, bu sefer de yurdun dört bir yanına gideceği çetin yıllar vardı önünde. Dağlıca’ya göreve gittiğinde asker bir arkadaşından aldığı saz onun en yakın yoldaşı oldu. Kendi kendine, çalışa çalışa sazın nasıl çalınacağını öğrendi. O yıllar Türk Halk Müziği tarihinde Orhan Gencebay’ın yeni bir çığır açtığı dönemdi. Barış Cem Koray da bu dönemi, “Orhan Gencebay’dan sonra sazın köyden şehre indiği dönem” olarak tanımlıyor. Ancak saz ona yetmemeye başlamıştı. Saz çalarken yaptığı müzikte eksik bir şeylerin olduğunu hissetti. Kulağını çocukluğunda Hint ve Yunan radyolarının tınılarıyla doldurmuş olan Barış Cem Koray artık batı armonisini keşfetmek istiyordu. Yeni keşfi org idi. “Org kursu aldım ve akorları öğrendim. Basit şarkıları çalabiliyordum. Ama karmaşık eserler çalıp söyleyemiyordum. Kayseri’ye tayin oldum. Küçük kızım gitar kursuna gitmek istedi ona güzel bir gitar aldım. Kızım gitar kursuna gitmeye başladı. Onu provalara ben götürüyordum.”
İKİ DEPREMDE İKİ EV GİTTİ
Takvimler 1999’u gösterirken o büyük şok geldi: Düzce depremi… İlk depremde Gölcük’teki evini kaybeden aile bir kez daha sarsılmış, Düzce’deki evlerini de kaybetmişti. Barış Cem Koray deprem sonrasında iki kızı ve eşiyle İstanbul’a taşındı. Bir kızı Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitime başlamışken, küçük kızı da İzmir’de okuyordu. Küçük kızlarının anne ve babasını yanında istemesi üzerine aile bu sefer de İzmir’in yolunu tuttu. Barış Cem Koray bu dönemde Bornova Belediyesi’nin Türk Sanat Müziği Korosu’na girdi. Aynı zamanda üniversiteye giden kızının evde bıraktığı gitara merak sardı. Günde sekiz saat çalışarak gitarın dilini çözmeye başladı. Gün geldi komşular rahatsız oldu, kendini parklara attı… Oturduğu bankın çevresini saran kedilere, köpeklere çaldı gitarını. Artık parmakları çalmaktan yorulduğu vakit evinin yolunu tuttu. Kendisi o günleri yüzünde tebessümle anlatıyor: “Bir gün o kadar çok çalmışım ki ayağım uyuşmuş. Ayağımı sürükleye sürükleye eve gitmiştim, sonrasında doktora gitmek zorunda kalmıştık.”
AVRUPA’DA ÇOK YAYGIN
Küçük kızının mezun olmasıyla İzmir’den ayrılan aile, tüm fertleriyle tekrar İstanbul’da bir araya geldi. Gitarı elinden bırakmayan Barış Cem Koray’ın bu dönemde en büyük destekçisi ise eşi olmuştu. Eşi “Sen artık biliyorsun, oldun, git kendini göster” diyerek Barış Cem Koray’ın yanında oluyor fakat kızları bu işe pek sıcak bakmıyorlardı. Barış Cem Koray, jandarma komutanlığı döneminden kalan hissiyatla herhangi bir kafede çalmak istemiyor, başkalarının ona istek parçada bulunmasını garipseyeceğini düşünüyordu. Ama net olan bir şey vardı: O müzik yapmak istiyordu. Bunu kafasına koymuştu. Sokak müzisyenlerini gözlemledi, “Sokakta çalmak nasıl olur” diye düşündü. Başta çocuklarına söyleyemedi. Kozyatağı tarafında bir lokasyon belirleyerek gizli gizli çalmaya başladı: “Zabıtanın olmadığı bir yer bulmaya karar verdim. Kozyatağı tarafında bir alışveriş merkezi içinde çimenlik bir alan var. Gayet güzeldi, orada hem oturacak taş vardı hem de o taşın arkasında kocaman bir ağaç. Gürültülü bir yer değildi ve nezih olduğu çok belliydi. İnsanlar sokakta gitar çalmayı dilencilikle eş değer tutuyorlar. Ben dilenci değilim. O kadar emek verdim. O kadar çalışmışım. Nefesim var ve her türlü emek veriyorum. Ben yeter ki şarkımı söyleyeyim. Kimsenin alnına dinlesin diye silah dayamıyoruz. Bu Avrupa’da yaygın bir şey. Ama Türkiye’de bu şekilde bakılmıyor. Hala da oturmuş değil.”
‘ÇOCUKLARLA BİRLİKTE ŞARKI SÖYLÜYORUZ’
Barış Cem Koray sokakta gitar çaldığı ilk günü çok net hatırlıyor; “Hiroşima ile başladım. Bir iki satırdan sonra boğazıma bir yumruk girdi. Şarkıyı tamamlayamadım ve gözlerim doldu. Bu sefer Barış Manço’dan, Erkin Koray’dan çalmaya başladım. 3-4 saat çaldım. İlk gün 65 lira para biriktirmiştim.” . Bir gün metroda gitar çalan bir kız gördü. “Metroda çalan kızdan nasıl başvurulacağını ve neler yapmam gerektiğini öğrendim. Esenler’de Ulaşım A.Ş.’ye başvurdum. Artık metrolarda ve diğer yerlerde müzik yapabilmek için mülakat yapıyorlar, benim zamanımda mülakat yapılmıyordu. Bizden hiç ücret almıyorlar. Yaş sınırı yok. Tabi ki şarkı seçimi çok önemli. Kadıköy’de, Bakırköy’de ve Kartal Adliyesi’nin orada çaldım. Haftada üç gün çalışıyorum. Yorgunluğumu hissetmiyorum bile.” Metroda çaldığı günlerde kazandığı paranın yanında bir sürü de anıyı biriktiriyor. Çocuklarla yaşadığı anıları anlatırken sevgisinden gözlerinin dolduğunu görüyoruz: “Bir gün 6-7 yaşında bir çocuk geldi ve benimle şarkı söylemeye başladı. Annesi de yanındaydı, hatta annesine ‘sen git’ dedi ve benimle birlikte şarkı söylemeye başladı. Baktım her gün geliyor. Kendi bestelerinin olduğunu söyledi. Ben de ona ayak uydurmaya ve söylediği şarkılara ayak uydurmaya çalıştım. İnanır mısınız o kadar fazla ilgi oldu ki... Çocuk her gün gelmeye başladı. Ben de çocuk olduğu için bir şey diyemiyordum. Ben çocukları çok severim. Bir süre sonra birlikte ‘Arkadaşım Eşek’ gibi çocuk şarkıları söylemeye başladık. Artık çocukları gördüğüm zaman onlara uygun şarkılar söylüyordum. Çocukları çok seviyorum ve onları mutlu görmek istiyorum.”