Işıl Öz, “Atatürk Heykelleri” kitabı ile dikkatleri üzerine çeken, heykeltraş Aylin Tekiner ile görüştü…
Atatürk
heykelleri üzerinden bir siyasi tarih okuması gerçekleştiren, kentsel
peyzajın bir sabitine dönüşen ve heykel algısını bir kalıba sokan
Atatürk heykelleri hakkında, geniş perspektiften, analitik bir inceleme
yapan Aylin Tekiner’in “Atatürk Heykelleri” adlı kitabı ilgi görüyor…
Ve
nihayet kitap yayımlanır yayımlanmaz kendisine ulaştım ve ilk olarak,
“Bir anıtı anıt yapan özellikler nelerdir?” diye sordum…
“Bunu listelemek ve tanımlamak bir hayli zor aslında” dedi ve nedenini, “anıtsallık bir bütünlüğü anlatır” diye açıkladı.
Örnek
vermesini rica ettim: “Senfonik müzik anıtsal bir kurgudur” dedi ve
ekledi: “Bu, tekniğe ve boyuta indirgenemeyecek bir konudur, bir
bütündür. Tekniğin bizatihi kendisi tek başına anıtı anıt yapmaz,
yapamaz. Anıt kısaca, toplumlar ve uluslar için önemli bir olayı, anı
veya olguyu yaşatmayı, hatırlatmayı amaçlayan yapıtlardır ve
anıtsallığın tek koşulu devasalık değildir.”
Elbette sanatçının gözü çok önemli…
Evet
ve ek olarak sanatçının zihni iklimi son derece önemli. Örneğin,
Michelangelo’nun Davud’u o zamana kadar yapılmış ilk Davud heykeli
değildi.
Ancak biz sadece onun Davud’unu bugün anıtsal
değerde bir yere koyuyoruz. Anıtsallık, sade formların kendi içinde
geliştirdiği uyumla elde edilebileceği gibi Rodin’in Calais
Burjuvaları’nda olduğu gibi ışığın kırılarak kitleyi bozuma
uğratmasıyla da yakalanabilir.
Bu tercih tamamen sanatçının
dehasını yansıtma biçimine ilişkindir. Sanatçı herkesin görmediğini
yansıtır. Anıtların hümanistik bir anlayışın ürünü olması gerektiğini
düşünüyorum. Anıtsallığın yakalanmasında tüm tasarım ögelerinin uyum
içinde olması gerekliliğinin yanı sıra, coşku ve şiirsellik ögelerinin
de belirgin biçimde varlık göstermesi gerekir.
Gelelim Atatürk heykellerine… Bu heykeller topluma nasıl mesajlar vermek üzere tasarlanmış?
İlk
dönem anıtları dışında bana kalırsa bu türden heykeller, Atatürk’ü
temsili bir devlet imgesine indirgeyen kült nesnelerdir. Bürokrasinin
özellikle 1980’den sonra daha baskın biçimde kendini gösteren anıt
yaptırma zihniyeti; yani her devlet kurumunun önüne Atatürk anıtı
yaptırılması ve tercihin tek tip ve çoğaltma anıtlardan yöne
kullanılması, topluma Atatürk üzerinden bir devlet kültünü empoze
ediyor ve dayatıyor. Tarih öncesinden bu yana anıtlar, liderin
dolayısıyla iktidarın kendisini kalıcı ve aynı zamanda meşru kılmada
başvurduğu önemli araçlardandır. Ancak günümüzde Atatürk anıtlarının
hangi iktidarı temsil ettiği sorunsalı bir hayli tartışmaya açık.
Dolayısıyla, bu tek tip ve estetikten yoksun olan Atatürk anıtları bana
kalırsa topluma şunu söylüyor: Ben devletim ve her yerdeyim. Resmi
tarih ve resmi biçim anlayışımız aslında aynı hat üzerinden ilerlemiş.
Atatürk’ün nasıl temsil edildiği değil, sadece temsil ediliyor olması
önemsenmiştir. Kendisini bunun üzerinden kurduğu için de dokunulmazdır.
Yani bu anıtlar nicelik ve nitelik açısından eleştirilmeye/tartışmaya
kapatılarak alttan alta devlet imgesi de dokunulmaz kılınıyor. Bununla
birlikte, Türkiye’de sürekliliği olan bir Atatürk anıtı ihtiyacı
doğuran 12 Eylül’ün yeniden ürettiği bürokrasi zihniyeti her yere aynı
anıtlardan koyarak toplumun estetik muhayyilesi üzerinde de bir tür
tahakküm uyguluyor.
Mesajlar, Cumhuriyet tarihi boyunca ne ölçüde devamlılık göstermiş, dönemlere göre nasıl farklılaşmış?
Cumhuriyetin
ilan edilmesiyle birlikte toplum heykel olgusuyla tanışır ve heykeli
Atatürk anıtlarıyla deneyimler. İlk Atatürk anıtı Sarayburnu Atatürk
Anıtı’dır ve 1926’ya tarihlenir.
Bu tarihten itibaren hızla
anıtsal propaganda başlar ve toplum tarafından kurucu önderin anıtları
büyük bir coşkuyla karşılanır. Milli mücadelede önemli mekansal
uğraklara ve başkent Ankara’ya milli mücadele ikonografisini Atatürk’ün
bedeninde temsil eden devasa anıtlar yapılır. Bunlardan bazıları ise
Nazi estetiğinin izlerini taşır. Bu dönem anıtlarında toplum ayağı da
yer yer gözetilir ve önderiyle birlikte mücadele veren halk bu
anıtlarda vücut bulur.
Böylece anıtlar, Atatürk’ün
arkasındaki topluma da işaret eder. Tek parti dönemine ait anıtlarda
birkaç İnönü anıtı dışında Atatürk figürü tek figürdür.
Bu
dönemde Atatürk anıtları kentlerin en önemli yerlerine, meydanlarına ve
Halkevi binalarının yakınlarına yerleştirilir ve bu anıtlar o kentin
tanımlayıcı nesneleridir. Kemalist ideolojinin toplumun neredeyse her
katmanına nüfuz ettirildiği bir dönemde anıtlar bu öğretinin de birer
yapı taşı olarak topluma sunulur. Bunun altında elbette devletin
bekasına olan vurgu da belirgindir. Çok partili dönemden itibaren
yapılan Atatürk heykelleri ise yavaş yavaş toplum gözünde normalleşmeye
başlar. Bu dönemden itibaren anıtlar halkın yoğun hareket noktası ve
buluşma yeri olan meydan ve parklardan devlet kurumlarının önüne doğru
bir yolculuğa çıkar. 1960’lardan itibaren ise Cumhuriyetçi elitler ve
onlardan kopma eğilimine girmekle birlikte etkileşimi süren sol siyasi
eğilimler “Kemalizm” adını yeğlerken milliyetçi-muhafazakâr çevreler
“Atatürkçülük” demeyi tercih edecektir. Emperyalizme karşı bir Mustafa
Kemal imgesinin belirginleşmesine karşın bu imge anıtlarda kendini
cılız bir şekilde ancak birkaç kalpaklı figürle temsil eder.
Dolayısıyla topluma Mustafa Kemal imgesi anıtlar yoluyla da hissettirilemez. Mesaj yine devlet imgesinde düğümlenir.
Peki
sizce, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasındaki Atatürk heykeli
yaptırma kampanyaları nasıl bir toplum tasarımının ifadesiydi?
İtaatkar
bir toplumun yaratılması hedeflendi ve başarıya da ulaşıldı. Bu dönemde
yapılan Atatürk anıtları doğrudan bu yönde araçsallaştırıldı. Resmi ve
askeri sıfatta ve mutlaka sert ifadeli Atatürk, bu anıtlarla bir korku
ve otorite simgesine dönüştürüldü böylece.
12 Eylül 1980
siyasal, toplumsal, ahlaki boyutta başlı başına bir milattır. Atatürk
imgesinin yeniden üretildiği bu milat kendini yoğun biçimde Atatürk
anıtlarında hissettirir. Özellikle doğu ve güneydoğu illerine hızla
Atatürk anıtı gönderilir ve furyanın ilk ayağı buradan başlatılır.
Cunta yönetimi en iyi Atatürkçülüğün her yere Atatürk anıtı dikmek
olduğunu topluma kısa bir sürede gösterir. Hızla birkaç figürden
yüzlerce çoğaltılır ve kaidelerinde Atatürk’ün özellikle iki vecizesi
kullanılır. Cuntacılar, “Ne mutlu Türküm diyene” ve “Yurtta sulh
cihanda sulh” sözleriyle kendi mevcudiyetlerine de bir meşruiyet
kazandırırlar. Bu furyayla birlikte Atatürk kültü tarihinde olmadığı
kadar kemikleşmiş ve imgenin içinin boşaltılarak topluma yaşamayan bir
Atatürk imgesi dayatılmıştır. Otoriter-faşizan bir anlayışta üretilen
Atatürk imgesi gitgide “kutsal” üzerinden topluma yabancılaştırılır ve
anıtlar da bu yönde kullanılan elverişli bir araçtır.
1990’lı yıllar?
1990’lı yıllardan itibaren ise anıtlar laik/anti-laik kutuplaşmasının göbeğine oturur.
Gerek
devlet, gerek Atatürkçü STK’lar gerekse de Atatürkçü olduğunu vurgulama
gereği duyan özel kuruluşlar irtica tehdidine karşı gelişen toplumsal
reaksiyonu Atatürk anıtı yaptırarak gösterme yoluna gittiler. Atatürk
imgesi, anıtları ve anma ritüelleri, toplumun bir kesimince anti-laik
hareketlerin yükselişine karşı bir referans olarak görülürken,
İslamcılar ve resmî ideolojiyi sorgulayanlar bu simgeleri çağ dışı ve
dayatmacı olarak nitelendirmeye başlamıştır. Türk siyaset yaşamının
sözünü ettiğim tüm süreçlerinde Atatürk üzerinden topluma verilmek,
hissettirilmek istenen mesaj ciddi ayrışmaları barındırmakla birlikte
bir noktada mutlaka kesişir. O da “devletin bekası”na olan vurgudur.
Bir de siyasal süreçleri birbirinden ayıran tüm dinamiklere karşın bir
noktada daha birleşilir. O da her döneme hitap eden aynı tip Atatürk
anıtlarıdır. Bu anıtlar, kaidelerine yazılan vecizelerle her iktidarın
kendi Atatürk’ünü temsil ederler.
Defalarca yeniden üretilen kalıp-modeller olgusuna ve bunun gitgide büyüyen “piyasasına” dair düşünceleriniz nedir?
Anıt
heykeller Türk modernleşmesinin önemli bir paradigması ve bunlar bu
ülkenin sanatçılarını besleyen ana damar. Bu piyasa bizatihi devlet
tarafından oluşturuldu ve pazar genişledi. 12 Eylül’ün ardından fazla
arzla bir tür anıt modası yaratıldı ve talep zamanla farklı kurum ve
kuruluşlara sıçradı. Bugün artık STK’lardan vakıflara, üniversitelerden
lüks site girişlerine, benzinlikten kolejlere, hastanelere,
kaymakamlıklara yani her yere Atatürk anıtı yerleştirilir oldu. Talepte
bulunan kurumların aradığı şey sadece ortalama bir Atatürk figürü.
Dolayısıyla beklenti çok düşük ve elbette maliyet de.
Aynı kalıptan çoğaltılmış kaç tane Atatürk figürü vardır mesela?
Yaptığım
araştırmalar sonucu aynı kalıptan çoğaltılmış bir Atatürk figürünün
Türkiye’nin farklı il ve ilçelerinde iki yüzün üzerinde olduğunu
saptadım. Hatta bu sayının daha fazla olduğuna eminim.
Bunun sorumlusu kim?
Ne
yazık ki anıt piyasasının bu denli çürümüşlüğünün başlıca sorumlusu
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’dür. Çoğaltma olgusuna gelince,
anıtlardaki fason üretim aslında bir tür değersizleştirme ve
sıradanlaştırma politikasıdır. Sektör haline gelen Atatürk sembolizmi
yayılarak imgenin içini boşaltıyor. Bu tek tip ve çoğaltma üretim de
aynı şeye hizmet ediyor. Burada ciddi bir nicelik ve nitelik sorunu
var. Atatürk anıtlarındaki nicelik ve nitelik durumunun acilen yer
değiştirmesi gerekiyor. Aksi takdirde tıpkı 18. yüzyıl Fransası’nda
olduğu gibi heykel çılgınlığı yerini heykel bıkkınlığı da
diyebileceğimiz “statuophobia”ya bırakacak görünüyor.
“Atatürk Heykelleri” kitabınız için yaptığınız analitik inceleme sürecinde sizi en çok şaşırtan bilgi ne idi?
Yapılan
tek tip anıtların kimlere ait olduğunu ve bunların 80’li ve 90’lı
yıllardan itibaren yapıldıklarını bildiğim için bu anıtları gördüğümde
mekanda bulunan eski anıtın nereye gönderildiğini de anıt incelemelerim
sırasında araştırır oldum. Çünkü genel olarak eski Atatürk anıtları
mutlaka anıtı olmayan civardaki bir başka köyün ya da beldenin
Cumhuriyet meydanına gönderilir/sürülür. Bu süreçte beni en çok
şaşırtan hatta dehşete düşüren olay Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde
patlak verdi. Sözünü ettiğim tek tip ve çoğaltma anıtlardan biri de
Emirdağ Cumhuriyet Meydanı’ndaydı.
Eski Atatürk anıtının
nereye gönderildiğini kaymakamlıktaki bir görevliye telefonda sormam
üzerine kısa bir sessizliğin ardından anıtın trajikomik akıbeti ortaya
çıktı. Anıt imha edilmişti.
Bir anıtın imha edildiğini öğrendiğinizde dehşete düşmüş olmalısınız…
Beni
dehşete düşüren nokta tam olarak burası değildi aslında. Sonrasında
kaymakamlığın verdiği yazılı cevapta, 2005 yılına kadar meydanda
bulunan Atatürk anıtının iklim koşullarından dolayı yıpranmış olması
nedeniyle imha edildiği bildirilmiş ve arkasına imha tutanağıyla
birlikte fotoğraflar iliştirilmişti. İmha tutanağında, Atatürk anıtının
imha edilmesi için oluşturulan komisyonun (İlçe Milli Eğitim Müdür
Vekili, Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni, Özel İdare Müdür Vekili ve
Emirdağ Belediyesi İnşaat ve Fen İşleri Amiri) yaptığı inceleme sonucu,
alçıdan yapılmış olan heykelin kullanılamayacak durumda olduğu,
bakımının mümkün olmadığı, heykelin bu haliyle ortada kalmasının Yüce
Atatürk’ün manevi şahsiyetine uygun düşmeyeceği anlaşıldığından, bahse
konu heykelin, muhafaza edildiği Emirdağ Belediyesi İtfaiye Amirliği
arazisine, büyük bir çukur kazılarak gömülmek suretiyle imha edilmesine
oy birliği ile karar verildiği yazılıydı.
Ulusal basın bu konuda bilgi sahibi değil miydi?
Üzerinden
iki yıl geçen bu imha olayının benim araştırmam sırasında ortaya
çıkmasının ardından olaydan basın da bir şekilde haberdar oldu.
Yetkililer durumu nasıl açıkladılar?
AKP’li
Belediye Başkanı, “can havliyle” açıklamalarda bulundu. Anıtı küçük
ilçelere, okullara teklif ettiklerini ancak “heykel sorunlu” diye
kimsenin almak istemediğini, zaten son zamanlarda heykelin bir kolunun
kırıldığını ve eteğinden parça koptuğunu anlattı. Ve makamını altı ayrı
Atatürk resmiyle süsleyen ve üstüne basa basa Atatürkçü olduğunu
vurgulayan Başkan: “Alnıma silah dayasanız size heykelin nereye
gömüldüğünü yine de gösteremem” şeklinde beyanlarda bulundu. Türkiye’de
öznesi Atatürk olan anıtlar bürokratlar tarafından imha edilemez ve
daha ücra bir kaza ya da köye “sürülmeleri” âdet olmuştur.
Baya trajikomik bir olaymış bu…
Aynen
öyle, Atatürk anıtının gömülerek imha edilmesi, “kuramsal”
diyebileceğimiz bir korkuya ve çıkmaza işaret eder. 1951’de kabul
edilen Atatürk’ü Koruma Kanunu çerçevesinde Atatürk’ü temsil eden
heykel, büst ya da anıtları tahrip etmek, kırmak, bozmak, kirletmek ya
da bu eylemleri azmettirmek ağır hapis cezasına tabidir. Dolayısıyla
bir Atatürk anıtının estetik nitelikten tamamıyla yoksun olması,
figürün Atatürk’le uzaktan yakından ilgisi bulunmaması bu anıtın gönül
rahatlığıyla imha ettirilmesi için yeterli ve geçerli neden değildir.
Bir bürokrat ancak yenisini yaptırarak bir Atatürk anıtını kaldırabilir
ve estetik niteliği ve yıpranmışlığı her ne olursa olsun eski anıta
yeni bir yuva bulmakla yükümlüdür. Atatürk anıtını her ne sebeple
olursa olsun kırarak imha etmek “mürteci” ve “Atatürk düşmanı” ithamına
maruz kalma anlamına geleceği için, “saygıda kusur etmeden” anıtı
gömmek “akıllıca” bir hamle olsa gerek. Sonuç itibarıyla Türkiye’de
Atatürk kültünün ne denli baskın bir konumda olduğunu daha çalışmamın
başında biliyordum ve zaten bu saikle yola çıkmıştım ancak bir anıtın
herkesten gizli bir biçimde gömüleceğini de pek tahmin etmemiştim
doğrusu.
Peki, dünya genelinde en beğendiğiniz anıt hangisi? Neden?
Elbette
çok var ancak, Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemine denk gelen ya da
biraz daha öncesinden, sonrasından örneklerle Avrupa’dan birkaç anıt
söyleyebilirim. Rodin, Brancusi ve Giacometti. Bu sanatçılar önemli bir
halkanın parçalarıdır. Brancusi Rodin’in, Giacometti de Brancusi’unn
öğrencisidir. Rodin’in Calais Burjuvaları ve Balzac Heykeli ya da
Brancusi’un Hint racası için yaptığı Sonsuz Sütun’u anıtsal eserlerdir.
Rodin,
bildiğim kadarıyla Balzac’ı yedi yılda tamamlamıştır ve bu anıt modern
insanın aklına dair her şeyi, biriktirdiği her şeyi temsil eder. .
Brancusi’un Sonsuz Sütun’u modern bir ikondur. Ancak sadece minimalist bir biçimden ibaret değildir, mistiktir de.
Brancusi, Erken Cumhuriyet dönemine denk gelen bir sanatçı, değil mi?
Evet,
keza Giacometti de öyle. Giacometti’nin 13. Yüzyıla ait bir şatonun
bahçesine koyduğu figürler, mekanı anakronik bir zemine taşıyan bir
anıttır aslında, tıpkı Kafka’nın romanları gibi. Ya da Calais
Burjuvaları, İngiltere Fransa savaşının ardından Calais’de idam
edilecek olan altı burjuvayı konu alır. Ve bugün bu anıt İngiltere
Parlamentosu’nun önündedir. Son derece siyasal kodları içinde
barındıran bir anıttır bu. Teritoryal, tarihsel, sosyolojik,
antrapolojik ve siyasal bir süzgeçten damıtıldığı, bu bütünlük içinden
okunduğunda bir derinlik yarattıkları ve tarihe tanıklık ettikleri için
estetik doygunluktaki bu eserleri anıt olarak nitelendiriyorum.
Türkiye’deki piyasa ile yurtdışını karşılaştırmanızi istesem yanıtınız ne olurdu?
Yurtdışına
dair bir deneyimim yok ancak öğrencilik yıllarımdan bu yana
karıştırdığım yayınlar ve takip ettiğim dergilerde yer alan anıt
uygulamaları son derece çeşitlilik gösteriyor. Buradan, Türkiye’deki
anıt yaptırma zihniyetinden çok daha başka belirleyenlerin yurtdışında
piyasayı belirlediğini söylemek mümkün. Öncelikle batının demokratik
doygunluğu doğrudan anıtlardan okunabiliyor. Hem tematik açıdan hem de
teknik/malzeme ve üslup açısından yeni sanatsal açılımlara açık bir
piyasa söz konusu kanımca. Türkiye ise siyasal, toplumsal ve kültürel
mirasını da anıtlaştırmaktan ziyade tek kanaldan bir anıt zihniyetinde
ısrar ederek Atatürk’ü topluma yabancılaştırmakta istikrarlı bir tutum
içinde. Niteliksiz, hiçbir anıtsal ve sanatsal değeri olmayan ve yeni
bir şey söylemeyen anıtların piyasa üzerindeki hakimiyeti devam
ettiriliyor. Burada sürekli sistemi eleştirmekle beraber elbette
Türkiye’nin heykel sanatçılarının da vizyon sorunlarını çözmeleri
gerektiğini vurgulamak gerekir. Kendi sanatsal dillerini anıtlara
aktarmak yerine standart figür üretiminin estetik kirliliğe
dönüştürdüğü kamusal alanı boğmaya onlar da devam ediyorlar. Aynı
malzemeyle aynı sözü tekrar tekrar söylüyorlar yani aynı suyla toplumu
yüzlerce kez kirletiyorlar.
Peki, dünden bugüne Türkiye’de anıt yapma kurumlarına dair değişiklikler nelerdir?
Çember
çok genişledi elbette. Özellikle 1980’lerle birlikte yoğun taleplerin
karşılandığı bir pazardan söz edebiliriz. İlk anıtlaşma fikrinin
yaşandığı dönemlerden 1970’li yıllara kadar anıtlar Milli Eğitim
Bakanlığı denetiminde yaptırılır ve devlet bütçesinden anıtlara
azımsanmayacak düzeylerde paylar ayrılır, kimi zaman da -özellikle ilk
dönemlerde- kampanya yöntemiyle halktan maddi destek alınırdı. 1971’de
Kültür Bakanlığı’nın kurulmasıyla anıt yaptırma işi el değiştirdi.
Ancak asıl pazarı 12 Eylül’le birlikte TSK oluşturdu. Sonrasında
1984’de Belediye Kanunu’nun düzenlenmesiyle birlikte belediye
bütçelerindeki iyileştirme, belediyeleri anıt yaptıran kurumlar arasına
soktu. 1990’lara gelindiğinde ise vakıflar ve STK’lar da Atatürk anıtı
yaptırır oldu. Özellikle 28 Şubat’ın ardından Atatürkçü olduğunu ispata
kalkışan STK’lar, holdingler, kolejler ve üniversiteler yolu Atatürk
anıtı yaptırmakta buldular.
Son soru: “Bir sonraki araştırma konunuz ne üzerine olacak?”
Bu
kitap anıtlar üzerinden bir Türkiye okumasıydı. Şimdi biraz daha
sanatçıları merkeze alan bir çalışma yapmayı planlıyorum. Cumhuriyet’in
ilk anıtlarını yapan yabancı heykeltıraşlar neden, neye göre ve kimler
tarafından tercih edildi, Cumhuriyet’in ilk Türk heykel sanatçıları
anıt uygulamalarında neyi model aldılar, nasıl bir süreçten ve
süzgeçten geçtiler, onlardan beklenen anıt mantığı neydi türünden daha
sanatçı merkezli bir konuyu mercek altına almak istiyorum. Bunun yanı
sıra tek parti dönemine ait anıtlardaki kadın imgesiyle Cumhuriyet’in
kadın inşası arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir çalışma yapmayı
düşünüyorum.
Işıl Öz (Turkish Journal)
Anıtlar üzerinden bir Türkiye okuması: “Atatürk Heykelleri”
Anıtlar üzerinden bir Türkiye okuması: “Atatürk Heykelleri”

YORUM EKLE
1
Bayanlar 5 bin metrede 1'nci ve 2'nci Türkiye'den
2
C Vitaminli klima ve stres önleyici koltukları olan...
3
Uzakdoğu şehirleri internette uçuyor!
4
AMB satın aldığı kilise binasını camiye dönüştürüyor
5
Sultanbeyli İlçe Teşkilatı Referandum Çalışmasına...
6
1.000.000 'UNCU ÜYE ATAŞEHİR'DEN.
7
Ataşehir Belediyesi 3 İftar Çadırı Kuruyor
8
Zabıta Meslek Yüksek Okulu Kurulsun
9
Milletvekilimiz Edibe Sözen Ataşehir'deydi
10
MHP Ataşehir 'Ülken için bir HAYIR'
SON DAKİKA HABERLERİ
ANKETTüm Anketler
SIRADAKİ HABER