Engin
gönüllü olmanın, mütevazılığın bir mertebesi varsa onun en yüksek
katında oturan bir bilge kişi o. "Garip" mahlasıyla bestelediği aşk
türküleri, göğüs parçalayan avazları, 15 dakikayı aşan uzun havalarıyla
Anadolu kültürüne damgasını vuran bozlak ustası, Yaşar Kemal'in
deyimiyle "Bozkırın Tezenesi" Neşet Ertaş'tan sözediyoruz.
Bu
akşam Cemal Reşit Rey'de hayranlarıyla buluşacak olan, "Her yaşın bir
mevsimi var, ömrümün sonbaharındayım" diyen halk ozanı Ertaş'a her şeyi
sorduk. Bugüne dek bir kez dahi oy kullanmayan usta, oyunun rengini ilk
kez açıkladı, yine bu mevsiminde kaleme aldığı hiç bilinmeyen şiirini
ilk kez okudu. Sivas katliamıyla ilgili bir beste yaptığını yine ilk kez
bu röportajda öğrendik. "Bir ruh iken girdim bir can içine, karıştım o
an her can içine" diyen, ulaştığı gerçekliği, "Ömrümce aradım, kendimi
buldum" sözü ile özetleyen, UNESCO'nun bu yıl "Yaşayan İnsan Hazinesi"
ilan ettiği üstatla acılarını, derin pişmanlıklarını, tabii ki hayat
felsefesini konuştuk.
İSTANBUL BİLETİNE SAZ ÇALDIM
*Geriye
dönmeyin efendim, 15 yaşından geriye dönmeyin. O perişanlıklar,
anamızın küçük yaşımızda ölmesi, çektiğimiz çileler, ev yok, yurt yok.
Aldım başımı gittim işte. Kısa bir sazım vardı, onu aldım yanıma.
Kırşehir'den 2,5 liraydı Ankara'ya otobüs. Bir 2,5 liram vardı,
Ankara'ya kadar geldim. Otobüs durağında indik, çığırtkanlardan birine
ben İstanbul'a gideceğim, param yok dedim. Saz ver elimde. Kısa boylu,
yüzünün yarısı yanık bir adamdı. Saz çal dedi. Başka bir sermayem yok.
Öğlenden akşamın geç vaktine kadar o çığırtkanlık yaptı, geldiği zaman
saz çalıyordum. En son otobüsün arkasında ayakta bir yere aldı beni,
İstanbul'a gittik.
y
KARIN TOKLUĞUNA DA İŞ BULAMADIM
*Sirkeci'de
bir otele sazımı koydum, iş aramaya başladım dükkan dükkan, bulamadım.
Acıkmışım herhal ki bu defa karın tokluğuna iş aramaya başladım, karın
tokluğuna da iş bulamadım inan. Doğu İşhanı imiş, en üst katında
Şençalar Plak yazıyor. Başka da ümidim kalmadı. Ertesi gün sazı aldım,
deki bu zamana kadar ne yaptın? Biz açlığa alışığız. Açlığa dayanırız,
küçük yaşımızdan beri ekmek bulursak yerdik. Kıtlık zamanının
çocuklarıyız biz. Parası olmayan ne yiyecek?
BİR BOZLAK ÇALDIM, KAĞIDI UZATIP İMZALA DEDİLER
*Neyse,
aldım sazımı Doğu İşhanı'nın üst katına çıktım. Gramofon devri idi,
niçi geldin dediler, saz çalarım dedim. Nihayet çal dinleyelim dediler,
İsmail Şençalar imiş. Orada bir bozlak çaldım ben. Bana bir kağıt
getirdi, türkü okuyacağın için şurayı imzala dedi. Dedi ki plak başına
sana 25 kuruş vereceğiz dedi. Ben 25'i 30'u değil, açlığım var,
imzaladım mukaveleyi. O zamana kadar Kadri Şençalar imiş, nur içinde
yatsın. O geldi kapıdan girdi, abi dedi bu çocuğa dedi mukavele
imzalattım dedi. Kadri Şençalar bana bir baktı, çalar bu dedi.
GARİP BÜLBÜLÜ ÇALDIM, PLAKÇI AĞLADI
*Bize
aynı havayı çal dediler. Neden garip garip ötersin bülbül deyi, babamın
bir bozlağıydı. Onu çaldım. Kadri Şençalar ağladı, Allah rahmet
eylesin. Yanıma geldi, nerelisin, nereden gelip nereye gidiyorsun dedi,
halimi sordu, anlattım. Benim elimden tuttu, aldı Beyoğlu Saz'a götürdü,
pavyonmuş orası. Size bir garip getirdim dedi. Sahneye çıktım garip
bülbülü bozlağını çalıyorum. Konuşmuş orada müdürle, öğlen yemeğimi,
akşam yemeğimi orada yiyeceğim, orada akşam da bir saz çalacağım, bana
7,5 lira para verecek. Elimden tuttu, Ağa Camii'nin sokağındaki tuvalete
kadar götürüp gösterdi, okuman yazman var mı dedi, buralara iyi bak
dedi.
BABAMIN DUYGULARIYLA ÇALDIM SÖYLEDİM
*İstanbul'da
plak okuyor, Ankara'ya dönüyordum. Radyoda mahalli sanatçı imtihanı
açıldı. Mahmut Erdal, Müslüm Sümbül de vardı. Onlara ayda 15'er dakika
usta malı çalmaları için program verildi bana iki 15 dakikalık program
verildi, yöremizin havasını çalıp söylemek üzere. Mahmut Erdal ile çok
yakındık, vefatına kadar da konuştuk. Sanat hayatım tamamen, olduğu gibi
babamın duygularına bağlı, hala ondan aldıklarımı aktarıyorum, onun
duygularıyla çalar söylerim. Cemler, cemiyetler olurdu, küçüktüm,
dedeler gelirdi, babam da saz çalardı, ben babamı dinlemek için
giderdim.
KONSER DİYE GÖTÜRDÜLER, STÜDYOYA KOYDULAR
*Türkülerim
rağbet görünce, Almanya'da Türkola adlı bir şirket beni istedi.
Mukavelem var, plak okuyamam, gitmem dedim. Ne etmişse adam TRT'yi ele
almış, O.Ö., avukat C.S., C.A, E.A. Dediler ki biz Almanya'ya gideceğiz,
orada konserler vereceğiz, plak da okuyacağız, kazandığımızı paylaşıp
geleceğiz dediler. Konser olabilir ama plak okuyamam dedim. Gitmek
istemedim aslında ama bana dediler ki seni biz radyoya aldırdık. Bir
nevi zor koştular, peki dedik. Benim arabam var ama ehliyetim yok, C.A
kullanıyor. Almanya'ya vardık, stüdyoya koydular bizi, plak okumaya,
konser filan yok. Oku bakalım hadi 1,2,3,4,5,6,7 yok devam, hadi 11, 12,
13, 15, 20 plağa yakın plak okuttular.
3 AYLIK HAPİS HAYATI
*Dönmeden
evvel bunların şirketten gizli hesaplar aldıklarını, C.A ile E.A
anlamış, O.Ö ve C.S ile kavga ettiler, ikisi önden gitti. Benim
şoförümdü C.A, arabam Almanya'da ehliyetim yok. C.S ile O.Ö biz
gidiyoruz, sen de gel dediler, nasıl geleyim. Arabanın kaçınc vitesi
olduğunu bilmem. Bir yere taktım, yola düştüm. Nihayet otobana çıkınca
rahatladım. Öndekiler pasaportumu gösteriyor geçiyoruz. Yugoslavya'da
baktı ki iyi geliyorum, O.Ö yanıma bindi. İki yol çıktı, acaba hangisine
gittiler, bu yol daha işlek dedi, yürüdük. Yağmur da yağıyor, birden
bana Neşet dikkat et deyince, zaten ben acemiyim, virajdan araba çıkmış
geliyor, direksiyonu fazla kırmışım önünü kurtardım, sol arka tekerden
vurdu bizi uçurdu çamura, burunsuz bir Yogoslav arabası.
SIR KİTAP, BOZKIRIN TEZENESİ
*Polis
geldi, ikimizi 15 gün pansiyonda tuttu, Yugoslavya'daki Türk
konsolosluğuna mektup yazdı O.Ö telgraf çekti, yanıt gelmedi. Osman'ı
bıraktılar. Mahkeme şimdiye kadar kimliğin belli olmadı, sana 3 ay hapis
cezası veriyoruz dedi. Beni hapisaneye götürdüler. Adresi belli değil,
bir kitap geldi bana. Üstünde "Bozkırın tezenesine geçmiş olsun"
yazıyor, Yaşar Kemal'in bir kitabı, kim gönderdi, adı soyadı, adresi
yok. Geldik sonra memleketimize. 20 plak okudum, karşılığını vermediler,
arabam da orada kaldı. Allaha havale ettim.
MAHSUNİ İLE BİRİZ AMA YOLUMUZ AYRI
*Mahsuni
bizden çok sonra Ankara'ya geldi. Plağını duyduk, beğendik, etkiledi
bizi, "Acı doktor bak bebeğe" ile. Görüştüğümüzde o da bizi dinliyordu.
Bir televizyon programında şöyle demiştim:
"Bir yolculuk
esnasında bir araya geldik, giderken iki yol geldi önümüze. Biri hak
yolu, biri gönül yoluydu dedim. O hak yolunu, ben gönül yolunu seçtim."
Haksızlıkları o da görüyordu, ben de görüyordum. Ama o kavgacıydı
diyeyim, ben gönülcüydüm. O kavgayı tercih etti, ben gönülü.
MAHSUNİ TÜRKÜLERİNDE ÜSTÜ KAPALI ELEŞTİRDİ
*O
da başından beri öyleydi. Bizlerin de öyle olmasını düşündü, ben kendi
görüşümden şaşmadım. Üstü kapalı beni eleştirdi de o türkülerinde. Ben
bir taraf olmadım, o bir taraf oldu. Yaşamım içinde aynı görüşte olduğum
kişi Mahsuni'ydi. Aynı bedeni taşıyoruz insanoğlu olarak ama içinde
ayrı ayrı ruhlarız. Bu pencerede sen kendine göre görürsün, ben kendime
göre görürüm. Manen bu yönde bir kavgamız. Eşitsizliğe karşı, fakir
fukaraların ezilmişliğine karşı birebirdik Mahsuni ile. Eskişehir'de,
Almanya'da konser verdik, aynı sahneyi sadece onunla paylaştım.
BOZLAK İÇTEN GELEN BAĞIRTIDIR
*Söz
cansız birşeydir, onu canlandıran havadır. Şiir yazılır, onun canı
yoktur, canı havadır. Onu bestelediğin zaman onu havalandırmış,
canlandırmış oluyorsun. Bir söz söylenir, bir kelimede de bitebilir, 10
kelimede de bitebilir. Mesela benim bir mayam var, 15 dakika sürmüş. Ama
bozlak dediğimiz sınırsız, içten gelen bir bağırtı oluyor. Garip
mahlasıyla yazdım, her şiirimin ya önünde, ya ortasında, ya sonunda
garip kelimesi vardır. Gizli imzamdı bu.
SAZINI YAPAN USTAYI KERBELA'YA GÖNDERDİ
*Hüseyin
Tavşancı'dan aldığım saz tarih oldu. Tavşancı'ya bu sazın karşılığında
ne ödemem lazım dedim, beni Kerbela'ya gönder dedi. Onu da Kerbela'ya
gönderdim, o sazın karşılığında. Bana sorsanız ben tekkeye, türbeye
gitmem. Çünkü tekkede türbede hiç kimse yok. Mezarda kimse yok, onun
muradı, onun inancı, peki dedim, onu Kerbela'ya gönderdim.
EROĞLU'NA EŞİNİ KAÇIRMASI İÇİN AKIL VERMİŞ
*4-5
yıl Anadoluyu il, ilçe, bucaklara kadar dolaştık. Gittiğimiz her sinema
salonu doluyordu. İki tana Konya oynayan kız, bir türkü söyleyen kız,
iki komedyen ve ben, türkü söyleyen kıza üç dört sazcı çalardı. Bu
sazcılardan biri Musa Eroğlu'ymuş. Konya oynayanlara Konya çalıyor,
türkü okuyanlara türkü çalıyor, böylece Musa ile biraraya gelmiş olduk.
Musa'nın sazı dikkatimi çekti. Memlekette bir sevdiği varmış, bırakmış
gelmiş. Akıl verdim buna, madem birbirinizi seviyorsunuz haber sal
oraya, ben de dedim sana bir cip tutayım, köyün gediğinde bekle, al gel
dedim. Böylece Musa'yı gönderdim, Musa hanımını aldı geldi Ankara'ya.
Ankara'da evini kurdu.
TANE TANE SÖYLEMEK ZEKİ MÜREN İLE BAŞLADI
*Zeki
Müren gelinceye kadar şarkıların sözlerini hiç kimse bilemezdi,
seçilmiş bir kelimesini hiç kimse anlayamazdı. Zeki Müren geldi, tane
tane anlaşılır bir şekilde söyledi, şarkıların dili anlaşıldı. Kendi
türkülerimin sorusu da içinde cevabı da içindedir, tane tane, neyse neyi
söylüyorsam, milletin hoşuna giderdi. Nota bilmem. Sorma kişinin ne
olduğunu, sohbetinden belli eder diye bir söz var. Avazından, havasından
belli olur. Acılığı, tatlılığı ne ise hepsi içinde.
PARMAKLARIM SAHNEDE DURDU
*İki
kızım bir oğlum vardı. Bizler burada bar, pavyon, gazino, düğünler,
buraların hepsinde içki olurdu. İçen bir yere varıyorsun, sana çay,
kahve değil de susuz rakı veriyorlardı, daha iyi söyleyesin diye. Alkol
beni çok etkiledi. Parmaklarımda uyuşmalar oldu. Kimsenin haberi olmadan
iki sene Hacettepe'de tedavi gördüm, bir türküyü bitiremez olmuştum,
sahnede parmaklarım durdu. Almanya'ya gittim, cereyan tedavileri
uyguladılar. Can pekmezden tatlı, nihayet ağrılar sağıldı, kalmam
gerekiyordu. Sanatkar olarak oturma izni aldım, çocuklar da geldi, yükü
de sırtıma bindi.
HER SENE ÖLDÜ HABERİM GELİRDİ
*23 yılım
geçti Almanya'da, devlet görevlisi olarak hiç arayan soran olmadı
Türkiye'den. Kime gönül koyacağım, gönül bilene konulur, gönül
bilmeyende gönül yok ki ne koyacaksın oraya. Hatta ondan geçtim, her
sene öldü haberim gelirdi. TRT'de bile duydum, rahmetli Neşet Ertaş'tan
alınan bir türkü diye. Onun için de türkü söyledim. Öldü deyince ne
yapacaksın, türkü söyleyeceksin. "Hoyratı alemde kadere boyun,
zulmeyledi felek büktürdü bana" deyi bir mayaydı bu.
CEM CEMİYET VARDI, DEDELER HERKESİ KARDEŞ EDERDİ
*Dedeler
gelirdi köyümüze. Yanında sazı olan olurdu olmayan olurdu. Dedeler
insanlar bir araya geldiğinde küsleri barıştırır, birbiriyle kardeş
ederdi. Tuzumuz, ekmeğimiz ortak. Senin yoksa benim var, paylaşacağız.
Kim kime kusur yapmışsa ona ceza verirlerdi. Dar dediğimiz meydana
dikilirdi kusur eden ve kusur edilen. Kusurlu olana ceza verirlerdi,
ceza da nedir; durumuna göre bir tavuk keserdi.
CİNİN DE FOTOĞRAFI YOK, ŞEYTANIN DA
*İzmir'de
5-6 bin aşiretimiz var. Eskiden cin işi, şeytan işi derlerdi de davula
zurnaya kimse elini uzatmazdı. Mektebe giden gençler baktılar ki cinin
de fotoğrafı yok, şeytanın da. Aldılar davulu, zurnayı, kemanı ele,
bizimkiler aç kaldı. Tahsilleri yok, başka da meslekleri yok. Böyle
olunca da aç kalan İzmir'e döküldü. 73 yaşına geldim ama şu kapıya gelen
bizim fukaralarımız. Elektriği sönmüş, suyu kesilmiş, evinin kirasını
verememiş fakir fukaralarıma yardım için, ekmek vermek için konserler
veriyorum. Onun için hükümete diyoruz ya bu yükü omuzumuzdan alın.
EKMEK PARASINI ÖMRE GÖRE BİÇMELİ
*Aza
kanaatli insanlarız. Ekmek parasını ömre göre biçmeli. Bir de türkü
söylemiştim ben; "Ahmak aldatırmış dünyanın malı, çoğunu isteyen delidir
deli.." diye. Bu kendi doğrularımın ifadeleri. Babamın bir sözü vardı,
"Gönül kuşları mesken tutmuş sahrada, herkes nasibini arar deryada",
dünya bir derya derdi, az da yeter, çok da yeter.
OYUMU ECEVİT'E VERECEKTİM
*Hiç
oy kullanmadım. İlk oy vermeye giderken de yarı yoldan döndüm. Kendimce
bir partiyi yakın buldum. Bir lideri halk düşüncesi olduğu için,
gideyim ona rey vereyim dedim. Giderken kimse bunu bilmiyor, ben bu
partiye reyi verirsem, öbürlerine içten içe ayrımcılık yapmış olacağım
dedim. Peki rey vermezsem ne yaparım, bu ayrımcılık sıkıntısından
kurtulmuş olurum. Döndüm geri geldim. Daha da rey vermedim, bundan böyle
de vermem.
BU SIRRIMI İLK DEFA AÇIKLIYORUM
*Bütün
liderlere saygım var. Ama halk düşüncesinde, ezilmiş halklar
düşüncesinde olan, bunlar için çaba sarfeden, bağırıp çağıran insan
olarak, hatta kendini de hep öyle görüp bildiğimiz gibi benim de kendime
yakın hissettiğim bir lider; bu Ecevit idi. Ben onun partisine rey
vermeye gidiyordum. O sırrımı da ilk defa açıklamış oldum. Bu fakir
fukaraları düşünen. Hiçbir taraf olmadım, benim tarafım fakir,
fukaradır. Onlar ne taraftaysa ben o taraftayım.
EN DERİN PİŞMANLIĞIM
*Bizler
anadan doğma aşığız. Bizler çalgı çalarız, güzel kızları gördük, bize
kız vermezlerdi. Bu aşk ile de alıp başını gidersen bilmediğin
memleketlere, huyunu, suyunu bilmiyorsun. Kendim ettim, kendim buldum
kelimesi; bir insan aşıksa daha evvel, o aşkı içinden atmadan başka
kızın elinden tutmasın. Yoksa mutlu yuva kuramaz, mutlu olamaz.
Evlenmeden önce aşık olduklarımızın ne yanına varabildik, ne elinden
tutabildik, ne de bir çift kelime konuşabildik. Tek taraflı yanar yanar
giderdik. Pişmanlığım buna. Gönül hizmetçiliği yaptık. Onu da alan
bilir. Küskünlüğümüz ezikliğimize, eşitsizliğe, aşağı görenlere bizi.
ATATÜRK MEDENİYET IŞIĞINI YAKTI
*Medeniyet
bence en üst bir birleşim yeridir. Atatürkümüz medeniyet ışığını yaktı.
Medeni insan, karşısındakine saygı duyan insan, kendisine de saygı
duyan insan demektir. Kendisine saygı duyan insan kendini bilen
insandır, kendini bilen insan elin aklıyla gezmez, kendi aklı, kendi
mantığı ile yürüyen insandır. Bu okumayla da olur, kendi kendini
tanımayla da. Atatürkümüzün medeniyet ışığı sönmemesin isterim.
Kadın-erkek eşitliğini tanıdığı için de saygı duyuyorum ona. Avrupa'da
gördüm ki; kadın erkekten güç olarak zayıf olduğu için kadına erkekten
daha fazla hak tanınmış. Şurada 40 tane erkek, bir kadın, bir olay olsa,
polis kadına sorar, çünkü kadın doğru söylüyor.
SUÇUN SORUMLUSU RUHTUR, VÜCUDUN GÜNAHI YOKTUR
*Suçun
sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur, şüphesiz ki her can haktır,
incitme canı incitme deyi türkümüzde var. Suçun sorumlusu ruh, evet
hepimiz bir can içinde ruhuz. Ruh ne istiyorsa vücut onu yapıyor. Seni
senden daha iyi bilen olur mu. Bu canlı can, "Haktır canlıların yapısı,
kimsede yoktur tapusu, son durak gönül kapısı, kırdıysan varma kardaş"
diyen türkülerimiz var. Kendini bilen hakkı bilir. Tanıyabildin mi
sendeki seni, bütün vücudunu, bu nazik teni, Allah şahid etmiş ruha
bedeni, kimseyi kimseden sormamak için.
ALLAH İLE KULUN ARASINA KİMSE GİREMEZ, ÇÜNKÜ SIRDIR BU
*İnsan
kendini bildiği zaman neyin ne olduğunu biliyor. Allah ile kulun
arasına kimse giremez, çünkü sırdır bu. Burada ben tekkeye, türbeye evet
demeyen birisiyim. Çünkü orada kimse yok. Bu nedir, bir geleneğe
bağlılıktır. Evet ama gelenek o zaman göre bir gelenek, şimdi bu zamana
uyuyor mu? Bu bir yönetim şekli bence. Hiç kimse kimsenin değil, her ruh
ayrı ayrı bireydir. Ben kendi eksikliğimin karşısında orucumu tutarım,
derecesine göre.
BENİM KABE'M İNSANDIR, SEVDİĞİMDİR
*Tekkede
ne var, tekkede kim var ki ben tekkeye gideyim. Eğer diyeceksem her
yerde Allah derim. Bu benim kendi görüşüm, kendi doğrum. Her yer için
geçerli. Benim Kabem insandır, sevdiğimdir. Benim iki büyük nimetim var,
tekke, türbe, öte yanı bu yanı değil, biri anam, biri yarim dedim.
Kendi doğrumun ifadesi bu. Kendi kendimin, yüreğimin bana
hissettirdiğini anlayabilirsem, suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı
yoktur, ben vücudu niye aç koyup da vücuda cezayı vereyim.
NEŞAT ERTAŞ HAYATI TÜRKÜLERİ İÇİN TIKLA
İŞTE SİVAS KATLİAMI İÇİN YAZDIĞI ŞİİR
İlimsizlik bilgisizlik yüzünden,
Cehalet hortlayıp çıkar mı çıkar
Sevgisizlik saygısızlık yüzünden
İnsan insandan bıkar mı bıkar
Sevgisiz olanın olmaz hayası
Fesatlık üretmektir gayesi
Sevgisiz kalanın mayası
Nerede belli olmaz, kokar mı kokar
Şeytan dedikleri yalandır yalan
Şeytan olur yalanla birlikte olan
Fesat verir sana olursun talan
Geride seyrine çıkar mı çıkar
Şeytanlar kol gezer cahil avcısı
Avlar cahilleri olur hocası
İnsanlık düşmanı zehir fetvası
Cahil beyinlere akar mı akar
Kör şeytana uyar nice cahiller
Şeytanın sözünü o doğru beller
Şeytan koltuğuna girer de yeller
Acımaz canları yakar mı yakar
Garibim can haktır gör denilmezse
Bunu bir kendine sor denilmezse
Cehalete dur dur denilmezse
Hakkın binasını yıkar mı yıkar
HİÇ BİLİNMEYEN ŞİİRİ
Aradım şeytanı buldum
meğerse yalanmış şeytan
hayret ettim, orada kaldım
gördüm ki adammış şeytan
hayret ettim, orada kaldım,
hayli fikirlere daldım
adam şeytan olur mu diye
hakikatten haber aldım
meğerse bilen imiş şeytan
senin inancını biliyor
o yönden de kandırıyormuş seni
şeytan dediğimiz yalanmış
ne yazık ki insanlar kanmış
yalanı benimseyen nara yanmış
devri-sıfat hayvan imiş şeytan
hak bunu böyle buyurmuş
bunu da bize duyurmuş
şükür garibi gayırmış, çok şükür alan da şeytan
(hürriyet)