Sektör FAYDALI SİTELER
Yayınlama Tarihi 20 Ağustos 2010
Resmi Web Sitesi http://www.atasehirweb.com/firma-rehberi/cihan-kuyumculuk-7275.html

GÜZEL AHLAK

2011 HAC KURA SONUÇLARINI ÖĞREN

DİYANET İŞLER BAŞKANLIĞI WEB SİTESİ


GÜZEL AHLAK ALLAH KORKUSUYLA KAZANILIR

Aşık sevdiğini gücendirmekten, onun sevgisinin yok olmasından çekinir. Allah sevgisi ise böyledir, hatta çok daha şiddetlidir. İnsan Allah’tan korkarsa O’nun buyruklarını yerine getirmede çok titiz olur, en çok O’nu sever ve en çok O’na saygı duyar. Egoist, bencil, nefsine düşkün olmaz. Şefkatli ve koruyucu olur, çıkarlarının peşinde olmaz, affedici olur. Kişi Allah’tan korkmuyorsa yalnız kendi çıkarlarını düşünür, affetmez, çıkarlarıyla çatıştığında sert davranabilir. Kuşkucudur, özverili ve cömert değildir.

Samimi insan Allah’tan korkar. O’na karşı nezakette kusur etmez. Son derece saygılıdır. Allah korkusunu içinde taşıyan insan, hata yaptığında vicdanı çok rahatsız olur; pişmanlık duyar ve Allah’a sığınarak, hatasını telafi etmeye çaba gösterir. Aczini daha iyi anlayan insan, Allah’a ne kadar muhtaç bir varlık olduğunu daha derinden fark eder. Bu gerçekler insanın Allah’a olan boyun eğiciliğini artırır.

Allah korkusu güzel ahlakla ilgili bütün davranışlarımızı yönlendiren en önemli güçtür. Örneğin, eğer içinde Allah korkusu olmazsa, insan sabra gerek duymayabilir. Çileye tahammül edemeyebilir, bağışlayıcı olmayabilir; yani iradesini birçok noktada kullanmayabilir. Allah korkusuyla kişi doğruyu söyler; Allah’tan korkmuyorsa çıkarı için çok rahat yalan söyleyebilir.

Dürüst olmanın kaynağında Allah korkusu vardır. Allah korkusunu içinde taşıyan insan doğru sözlüdür. Birçok fitneyi, fücuru, kargaşayı, insanın ruhundaki anarşiyi Allah korkusu önler.

Allah aşkındaki bütün güzellikleri, detayları Allah korkusu verir. Örneğin tevekkül etmek (Allah’a dayanmak, O’na güvenmek) Allah korkusundan kaynaklanır; özveri, cesaret, sevecenlik gibi bütün güzel ahlak özelliklerinin ve aklın da kaynağında hep Allah korkusu vardır. Allah’tan içi titreyerek korkan insanların akılları açılır; aksi durumda ise kişinin aklı kapanır. Allah sevgisi çok büyük bir nimettir ve insan Allah’tan ne kadar korkuyorsa, Allah’ı o kadar şiddetle sever. Bu duygulardan uzak olan kişinin basireti, feraseti kapanır, yardımseverliği, bağışlayıcılığı, kararlılığı, her şeyi bozulmaya başlar, dengesini yitirir.

İnsanlar Allah’ın tecellisi olan, her an ölebilecek varlıklardır. Bir insan Allah’ı her an yanında hissediyor ve O’nun kontrolünde olduğunu biliyorsa çok özenli olur. O zaman saygı ve korkuyu içinde taşır. Ancak kişi Allah’tan uzak olduğunu düşünüyorsa, o kişi Allah’ın sınırları içinde yaşayamaz. Samimi iman eden ve Rabb’ine teslim olan insan ise en güzel hayatı yaşar.

Ölüm insanın Allah’a kavuşması, mümin için cennete açılan bir kapıdır. Ve dünya hırsını ortadan kaldıran kesin delildir. Ölüm insanları müthiş terbiye eden, ahlaklarını düzenleyen en önemli nedenlerin başında gelir. Ölüm korkusu, cehennem korkusu bütün insanları çok etkiler. Bu korkular, insanların daha merhametli, şefkatli, daha akılcı, daha sevecen, daha ince düşünceli olmalarını sağlar. Ve güzel ahlakın kökenini oluşturur. Bu nedenle ölüm, Allah’a bir yakınlaşma, cennete vesile olma yönünde bir nimet olarak görülmelidir.

Mutluluk Allah sevgisiyle, Allah korkusuyla olur, bunun dışında kalplerin tatmini, kurtuluşu yoktur. İnsanın başka türlü mutlu olması mümkün değildir. Kuran ahlakının, Allah korkusunun, Allah sevgisinin yaşanması çok önemlidir. O zaman gerçek mutluluk bütün dünyaya yayılacaktır.

Merve Bulut

......................................................................................................................................................................


HER AN İNSANLARA TANINAN FIRSAT

Yüce Allah, insanların Kendisine yönelmeleri için çeşitli olaylar yaratır ve Kendisini hatırlatır. Yaşanan sıkıntı ve zorluklar da bu hatırlatmalardandır. Bir Kur’an ayetinde, "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar" (Tevbe Suresi, 126) şeklinde buyrulur. Bu zorlu zamanlar, içinde yaşadıkları gaflet halini fark etmeleri için Allah tarafından insanlara tanınan büyük fırsatlardır. Çünkü Allah'tan yüz çevirerek yaşayan kişi, bu sıkıntı anlarında aczini anlar. Ardından vicdanının sesine kulak verdiğinde ise, hatalarını görür ve kendisini düzeltmeye gayret eder. Bu, insana tanınan çok büyük bir fırsattır. Bu zamanlarda  kendisini Rabb’ine daha yakın hisseden insanın Allah’a içten yönelmesi de kolaylaşır. Allah her şeye gücü yetendir, her şey Allah'tan gelir, tüm musibet ve belalar ancak O'nun dilemesiyle sona erecektir. İşte bu zor zamanlar, bu gerçeği kavrayan insan için tevbe etmek ve Allah'a yönelmek için bir fırsattır. Allah Kuran'da zor zamanlarda insanların nasıl kendisine yöneldiğini şöyle haber vermiştir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki, siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmekteler iken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "And olsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." (Yunus Suresi, 22)

Ayetin devamında, Allah'tan başka yardım edecek bir güç olmadığını ve çaresiz kaldığını anlayan bu kişilerin,  sıkıntı sona erdiğinde ise gaflet içindeki yaşamına geri döndüğü şöyle haber verilir:

Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 23)

Doğal afetler (sel, deprem gibi felaketler) insana acizliğini, hiçbir şeye güç yetiremediğini hatırlatır. İnsanı dehşetli korkuya sürükleyen bu olaylar Allah'ın sonsuz aklını ve üstün gücünü, ilmiyle her şeyi kuşattığını gösterir. İnsan korkulması gereken tek varlığın Allah olduğunun ve her an O'nun azabıyla karşılaşabileceğinin bilincine varır. Allah’tan yüz çeviren ve O’nun sınırlarını aşarak ömrünü geçiren insanın yaşadığı korku nedeniyle şuuru açılır ve kişi gerçekleri görmeye başlar. Ancak bu uyarı ve hatırlatmalardan gereken dersi çıkarmayan bazı kişiler biraz rahatladığında yeniden gaflet örtüsüne bürünür.

İnsanı zorlayan bu olaylar, Allah’ın rahmet olarak tanıdığı birer fırsattır. Allah bu uyarılarıyla sonsuz gücünü gösterir ve kulunun Kendisine yönelmesini sağlar. Sahip olunan bütün imkan ve özellikleri veren Allah’tır ve dilediği anda da hepsini geri alabilir. Yok olacak şeyler peşinde koşarak yaşanan dünya hayatının, ahiretteki sonsuz hayat yanında hiçbir değeri yoktur.

İnsan, aklını örten uyuşukluktan kurtulabilmesi için mutlaka başına bir musibet gelmesini beklememelidir. Çünkü insan çevresindekilerin yaşadığı zorlu olaylarla ya da başka bir yerde yaşanan doğal afetlerle de uyarılır. Bu uyarıları önemseyen kişi, aynı belanın kendi başına gelebileceğini, ona güç yetiremeyeceğini ve ne denli acz içinde olduğunu düşünür. Bu da Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edip, O’na yönelmesine sebep olur. Kuran'da da insanların ders çıkarması amacıyla, helak edilen birçok kavmin kıssaları haber verilir:

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. (Hakka Suresi, 6-7)
İnkarda direten bu kavimler hiç beklemedikleri anda azapla yakalanmış ve bir çoğu da yeryüzünden silinmiştir. Ne övünülen servetler, ne servetleri ile övünen insanlar, ne de hiç bitmeyeceklerini sandıkları yaşamları kalmıştır.

Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun? (Meryem Suresi, 98)

Yüce Allah verdiği bu örneklerle, dünyaya tutkuyla bağlı olanları uyarır. Bu olaylardan öğüt alabilenler, Allah’ın hiçbir olayı asla boşuna yaratmadığını, her an daha şiddetlilerini yaratmaya güç yetirdiğini anlayabilirler. Yalnızca imtihan amacıyla yaratılmış olan dünyayı gerçek yurt edinenler, geçmişteki toplumların yaşadığı kayba uğrayabilirler. Bu olaylardan öğüt alıp ders çıkaranlar ise kazançlı olacaklardır.

Merve Bulut


.........................................................................................................................................................................................


ALLAH’TAN BAĞIŞLANMA DİLEMEK
        
                     
Allah’tan bağışlanma dilemek, bir insanın günahlarının örtülmesi için Rabbimiz’e yalvarması ve O’nun sonsuz merhametine sığınmasıdır. Kuran'da müminlerin, "Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür" (Ali İmran Suresi, 193) diyerek Rabbimiz’e yakardıkları bildirilir. Allah müminlere, şu vaadde bulunur:

“... Gerçekten ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır.’’ (Maide Suresi, 12)

İnsanların hatasızlık arayışı içinde olması yanlış bir davranıştır; her insan acizdir, hata yapabilir, günah işleyebilir. Kuran ayetlerinde Allah’ın kutlu peygamberlerinin de hata yaptıkları bildirilir. Hiç kimse kusursuzluk iddiasında bulunmamalı, kendini hata yapmaktan uzak görmemelidir. Bir ayette şöyle buyrulur:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Kuran'da, Allah'tan bağışlanma dilemenin çok doğal bir mümin özelliği olduğu bildirilir. Müminleri inkarcılardan ayıran en önemli özellik aczin farkında olmak,  bağışlanma dilemek ve tevbe etmektir. Elbette ki hiçbir samimi mümin bile bile hata yapmak, günah işlemek istemez ancak kötülüğü emreden nefsine bir an yenilebilir ya da fark etmeden  ibadetlerinde gevşeklik gösterebilir. Ancak hatasının farkına vardıktan hemen sonra  pişmanlıkla Rabbine yönelip bağışlanma dileyerek, Allah’ın sonsuz affediciliğine sığınır.

Allah’tan bağışlanma dilemek için illaki bir hata yapmış olmak gerekmez. Mümin bağışlanma dileyerek kulluğunu, Rabbimiz karşısındaki acizliğini dile getirir. Bağışlanma dilememek ise acizliğinin, hata ve günahlarının şuurunda olmamaktır. Bu gaflet içindeki ruh hali zamanla kişinin kalbinin katılaşmasına, nefsinin bencil tutkularını ilahlaştırmasına, şeytanın enaniyetli karakter özelliklerini taşımasına sebep olabilir:

“Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar?’’ (Bakara Suresi, 175)
Allah'tan bağışlanma dilemek bir müminin sürekli yaptığı bir ibadettir. İnsan, bilerek ya da bilmeyerek yaptığı hata ve günahları için Allah'tan her an bağışlanma dileyebilir. Dua etmek gibi, bağışlanma dilemenin de yeri ve zamanı yoktur. Ayrıca bir mümin, diğer müminler için de bağışlanma dileyebilir. Bir ayette, Allah'ın sonsuz merhamet ve bağışlayıcılığı tüm insanlara şöyle duyurulur:

“De ki: ‘Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.’ Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.’’ (Zümer Suresi, 53-54)
Kur’an’da, "Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder..." (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, içten tevbe eden bir kimsenin nasıl olması gerektiği haber verilir.

Bir Kuran ayetinde, “Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (Mü'min Suresi,7) ifadesiyle,

Meleklerin, Allah’ın emriyle hem arşı taşıdıkları, hem Allah’ı tesbih ettikleri, yücelttikleri, ayrıca iman edenler için de dua ettikleri, bağışlanma diledikleri haber verilmektedir. Meleklerin bağışlanma dilemesi ise insan için Allah’ın verdiği büyük bir lütuftur. Onlar göğü tutup, hamd edip, bağışlanma dilerken, insanın büyüklenerek yüz çevirmesi büyük gaflet ve nankörlüktür

Allah, insanlara karşı sonsuz merhametli, rahmet eden ve bağışlayıcıdır. İnsan doğru yola yönelmesi için Allah’ın verdiği süreyi iyi kullanmaz, vakit varken tevbe ve bağışlanma dileyerek Rabbimiz’e yönelmezse sonuç büyük bir azap olabilir. Kendisi için belirlenen sürenin ne zaman dolacağını bilemeyen insan, imanını güçlendirmek ve ahlakını güzelleştirmek için ciddi bir çaba göstermelidir. İnsan için Allah'tan bağışlanma dilediği taktirde, tevbe yolu yaşadığı süre zarfında her an açıktır.

Merve Bulut

...........................................................................................................................................................................................


Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulu, Merveulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve

ÖLÜM GELİP ÇATMADAN ÖĞÜT ALABİLMEK

 

Samimi bir insan dünya hayatının dıştan görünen yönüne aldanmaz, yaşadığı her olayın batini yönüne bakar, ardında gizlenen hikmetleri görmeye çalışır. Ve Allah’ın hayırlarla yarattığı kaderine şükreder, güzel bir sabırla sabreder. Çünkü Allah’ın dünyayı, imtihan gereği kusursuz bir düzen ve binlerce çekici süsle donattığını bilir. Allah’a kesin bir bilgiyle inanmayan bir kişi ise bu kusursuz sistemin bir gün sona ereceğini ve her gün bu sona biraz daha yaklaştığını düşünmez, ölümü akıllarına getirmeyerek Allah’tan uzak yaşarlar. Oysa bu kusursuz düzen Allah’ın belirlediği o gün geldiğinde muhteşem bir şekilde sona erecek ve kişi duyduğu halde kesin olarak gelmeyeceğine inandığı o gün gaflet perdelerinden kurtulacaktır. Ancak o gün gafletten uyanmasının ona hiçbir faydası yoktur çünkü her şey bitmiştir. O gün azap üzerine hak olmuştur ve o gün ne kadar pişman olsa da her şey için geçtir. Kuran'da bu kişilerin pişmanlıkları kendi aralarındaki konuşmalarla haber verilir:

 

“Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının).” (Zümer Suresi, 58)

Allah, insanlara dünyada yaşadıkları bütün pişmanlıklarını telafi etme imkanı verir. Ancak ahirette yaşanan pişmanlığın telafisi yoktur. Ahiret, dünyada yaşadığımız her anın karşılığını eksiksizce alacağımız yerdir.

Ahirete inanmamak insanın kendisini kandırmasından başka bir şey değildir. Aslında tüm yaşamını nefsinin arzularına göre yaşayan kişinin sorgulanmak, sahip olduğu her şey ve davranıştan hesaba çekilmek işine gelmez. Kuran’da haberi verilen sonsuz azabı düşünmeyen insan yine Kuran’da haberi verildiği gibi ahirette yalnız başına Allah’a hesap verecektir.

“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır.” (En’am suresi, 94)

İnanmayan kişilerin düşündüğü gibi yok olmak yoktur. Düşündükleri son aslında asıl yurt hayatına başlangıçtır. İnsan dünyaya temizlenip arınmak ve imanında derinleşmek için gelmiştir. İnsan bu durumda cennet yurdunun kıymetini de anlamış olur. Allah bunun için insana yol gösterecek bir yardımcı da lütfetmiştir: "Bu “(Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.” (Casiye Suresi, 20)

 

İnsanın üzerine düşen ise samimice Kuran’ı okumak ve onu yaşamının her anına uygulamaktır. Ön yargılı olarak Kuran’ı okuyan kişiler, Allah’ın hükümlerini yanlış yorumlar ve çelişkiye düşerler. Oysa Kuran’da hiçbir çelişki yoktur. Çünkü o Allah’ın yaratmasıdır.

“Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.” (Nisa Suresi, 82)

 

Ölümün bir yok oluş olmadığına iman eden müminler, Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünerek Allah’ı gereği gibi takdir edenlerden olmak için çaba gösterir ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışır.

Merve Bulut

...........................................................................................................................................................................................

DUA ETMENİN ÖNEMİ

“Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun    bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” (Mümin Suresi, 60)
Dua etmenin sözlük anlamı istemek, çağırmaktır. Kuran’da ise Allah’a yalvarmak, O’na her daim muhtaçlığını bilerek yardım istemektir. Ayrıca kul ile Allah arasındaki bağdır.
İman ve duanın hastaların tedavisine olumlu etki ederek iyileşme sürecini hızlandırması doktorların ilgisini çekmiştir. Ve sağlığa etkisi üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Bununla ilgili ünlü Newsweek dergisi, bir yayınında inancının sağlığı olumlu yönde etkilediğine yer verdi. Yayının içeriğinde inancının hastalıkları daha hızlı iyileştirdiğine dair bilgiler yayınlandı. Newsweek’in yaptığı ankete göre de insanların %60’ından çoğu dua ederek hastalıklarının çabuk geçtiğine inanmaktadırlar. Aslında bu durum Kuran mucizelerinden biridir.
“Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik.” (Saffat Suresi, 75)
Aslında hastalıklar dünya hayatının ne kadar kusurlu, insanın ise ne kadar aciz bir varlık olduğunu gözler önüne seren durumlardan biridir. Hatta olaylara batınından baktığımızda hastalıkların, Allah’ın hayır ve hikmetle özel olarak yarattığı imtihanlardan biri olduğunu görürüz. Ki bu durum güzellikle sabredenlere ahiret hayatında da ecir kaynağı olur.
Duanın yanında fiili duada da bulunmak da çok önemlidir. Fiili dua, kişinin isteğine ulaşması için gerekenleri yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişi duayla birlikte ayrıca doktorada gitmeli ve kendisi için faydalı ilaçları kullanmalıdır. Çünkü Allah her şeyi bir sebep çerçevesiyle yaratmıştır. Dolayısıyla kişi bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirlerin tümünü almalıdır. Ancak bunların etkili olmasını sağlayacak olanın Allah olduğunu unutmamalı ve sabırla sonucu Allah’tan beklemelidir.
İman etmeyenler ise, bir hastalık durumunda kendilerini teknolojinin, doktorun ve onun verdiği ilaçların iyileştirdiğini düşünürler fakat sağlıklı iken vücutlarındaki fonksiyonları hiç aksatmadan yerine getirenin, hastalandıklarında kendilerine şifa lütfedenin ve gereken teknolojiyi, ilaçları, doktorları yaratanın Allah olduğunu hiç düşünmezler. Ancak yetersiz olan durumlarda Allah’a yönelirler çünkü bu insanlar, kendilerini bu durumdan kurtaracak olanın yalnızca Allah olduğuna kanaat getirmişlerdir. Allah Kuran’da bu ahlakı bizlere şu şekilde bildirmektedir:
“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” (Yunus Suresi, 12)
Oysa insan her durumda Allah’a dua etmeli ve Allah'ın kendisine verdiği her şey için şükretmelidir. Kuran’da bildirilen dualardan bir kaçı şu şekildedir:
“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.’’ (Enbiya Suresi, 83-84)

“Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: ‘Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’ diye çağrıda bulunmuştu.    Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız.’’ (Enbiya Suresi, 87-88)

“Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın.’ Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.’’ (Enbiya Suresi, 89-90)

Ancak dua sadece zor durumlardan kurtulmak için olmamalıdır. Müslümanlar her an Allah'a dua eder ve Allah'ın kendisi için yarattığı her karşılığa gönülden razı olur.

“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186)

Merve Bulut

...........................................................................................................................................................................................

Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,
Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut, Merve Bulut , Merve Bulut, Merve Bulut,