Şizofreni genetik faktörlerin yanı sıra çevresel etkenlerin etkileşimi ile ortaya çıkan bir hastalık.
Erkeklerde daha erken yaşlarda başlayan şizofreni, kadınlara göre erkeklerde daha ağır seyrediyor. Risk faktörleri arasında kış veya ilkbahar doğumlu olmak, şehirde yaşamak, yaşlı babanın çocuğu olmak ve annenin hamilelik dönemini stres altında geçirmesi gibi etkenler yer alıyor.
11 Nisan her yıl Dünya Şizofreni ile Mücadele Günü olarak anılıyor. Şizofreni hastalığına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen etkinliklerde farkındalık oluşturmak amaçlanıyor.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nden psikiyatri uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yosmaoğlu, şizofreninin genetik yapı ile çevresel etkenlerin etkileşimi ile ortaya çıktığını söyledi. Şizofreni hastalığını oluşturan tek bir genin tespit edilemediğini belirten Yosmaoğlu, “Şizofreni genetiği, pek çok genin birbirleri ile etkileşimini kapsar. Şizofreni eğilimini arttıran gen sayısı veya aktivitesi daha fazla ise kişide hastalanma riski daha yüksektir; kişi daha az çevresel uyaran (stres, travma, yaşam olayları gibi) ile hastalanacaktır” dedi.
Şizofreni kelimesinin eski Yunanca bölünmek, yarılmak, ayrılmak, parçalanma anlamında s’chizein ve akıl, ruh anlamında phrēn kelimelerinin birleşmesinden oluştuğunu belirten Yosmaoğlu, “Şizofreni tarihsel olarak ‘ruh yarılması’ olarak değerlendirilmiştir. Kişinin dış gerçekliği değerlendirmesini ve muhakemesini bozan ve psikoz adı verilen bir ruhsal bozukluklar türünün bir alt kümesidir. Hastalık, mustarip olan kişilerde duygulanım, algı, düşünce ve davranış alanlarında gündelik işlevi azaltacak kadar bozulmaya neden olur. Hasta içe kapanarak adeta kendine ait bir gerçeklikte yaşamaya başlar” dedi.
Gaipten sesler duyuyoruz derler!
Şizofreninin belirtilerinin iki kümeye ayrılarak değerlendirildiğini kaydeden Ahmet Yosmaoğlu, “Pozitif belirtiler, normal kişide var olmayan ancak hasta kişide bulunan özellikleri kapsar: Gaipten sesler duymak, var olmayan kişi ve nesneleri görmek, çevredeki kişilerden şüphelenmek, televizyondan mesaj almak gibi. Negatif belirtiler ise normal kişide var olması gereken ancak hastalık sürecinin ortadan kaldırdığı özelliklerdir: Sosyal içe çekilme, irade kaybı, konuşma miktarında azalma, kişisel bakım düşüklüğü gibi” diye konuştu.
Erkeklerde risk fazla
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yosmaoğlu, kış veya ilkbahar doğumlu olanlar, şehirde yaşayanlar, göç etmiş olanların daha yüksek risk altında olduğunu belirterek “Yaşlı babaların çocukları, anne karnında enfeksiyona maruz kalanlar, stresli gebelerin çocukları, olumsuz yaşam olayları ve travmaya maruz kalanlar, sosyal olarak izole edilmiş kişiler, alkol/madde kullananlar ve ailesinde şizofreni öyküsü bulunanlar daha yüksek risk altındadır. Ayrıca, erkek olmak, şizofreninin erken başlaması ve ağır seyretmesi ihtimalini arttırır” diye konuştu.
Şizofreni tedavi edilebilen bir hastalıktır
Şizofreni belirtilerinin ilaç tedavisi ve diğer biyolojik tedaviler ile kontrol altına alınabildiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yosmaoğlu, “Bir kısım hasta, iş, ailevi işlevler, sosyal yaşam gibi işlevsellik alanlarında yeniden işlev görür hale gelirler. Ancak bir kısım hastada tüm tedavilere rağmen hastalık ilerleyici olmakta, zihinsel işlevler giderek ‘düşüncenin olmadığı’ noktaya doğru gitmektedir. Bu gibi hastalarda ilaç tedavisi davranış kontrolü açısından önem arz eder” dedi.
Saldırganlık oranı düşüktür
Şizofreninin duygulanım sisteminde de aksaklıklara yol açtığını ve depresif duygulanım nedeni ile intiharın şizofreni hastalarında sık görüldüğünü belirten Yosmaoğlu, “Bazı hastalarda hezeyanlara dayalı davranışlar sonucu ölüm olaylarına da rastlanabilir örneğin uçabileceğine inanan hastanın yüksekten atlaması gibi. Çevredeki kişilerin kendisine zarar vereceğine inanan paranoid hastalarda bir miktar saldırganlık riski olmakla beraber, şizofreninin geneli düşünüldüğünde, saldırganlık oranı ‘normal’ nüfusta görülenden daha düşüktür” dedi.
Düzenli tedavi alanlar hayatlarını yardımsız sürdürebilir
Şizofreni, tedavi ile düzelme dönemleri ve alevlenme dönemleri ile seyreden bir bozukluk olduğu için, şizofreni hastalarının gündelik yaşamlarını sürdürmek için zaman zaman yakınlarının yardımlarına ihtiyaç duyabildiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Yosmaoğlu, “Alevlenme dönemlerinde kişinin ruhsal rahatsızlık ile alakalı farkındalığı azalmış olacağından, kişi tedaviyi reddedebilir. Bu dönemlerde gündelik yaşam faaliyetleri de aksayacak, hastanın desteğe ihtiyacı olacaktır. Tedavisini düzenli alan ve alevlenme döneminde olmayan şizofreni hastaları, iş hayatını ve gündelik hayatı yardımsız sürdürebilirler” diye konuştu.
Sadece tedavi değil şefkat ve ilgi de lazım
Şizofreni tedavisinde antipsikotik ilaçlar, elektrokonvülsif terapi ve diğer biyolojik tedaviler, aile terapileri ve bireysel terapiler ile sosyal çalışma yaklaşımlarının kullanıldığını belirten Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yosmaoğlu, “Sadece biyolojik tedavilere ağırlık verip, psikososyal yaklaşımı dışlamak, tedavi başarısını azaltır. Çünkü şizofreni hastaları da hepimiz kadar etkileşime, ilgiye, şefkate ihtiyaç duyarlar. Zihinsel olarak en çok yıkılmış hastalar bile, olumlu duygulanımı gayet iyi algılayabilirler” dedi.
Dengeli bir yaklaşım içinde olunmalı
Ailelere öncelikle hastanın şizofreni hastasından önce, bir birey olduğunu hatırlamaları gerektiğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yosmaoğlu, “Rahatsızlığın yarattığı belirtiler ile alakalı eleştiri, hiçbir işe yaramadığı gibi, hastanın stres düzeyini daha da arttıracağı için, hastalık alevlenmelerini sıklaştırır. Aşırı korumacı yaklaşım da hastanın işlev görmesinin önünde engel oluşturur. Koruma ve yalnız bırakarak, uzaktan izleyerek desteklemenin dengeli bir bileşimi, hastaların iyi kalmasına yardımcı olur” tavsiyesinde bulundu.